“Zamanında bir parfümerici esnafı, hem çok sevdiği için hem de müşterilerle kurduğu “tatlı dilli” ilişkisinden ötürü dükkanında bir Dudu Kuşu beslermiş. Çünkü kuş, dükkana biri girince birden dillenip şakımaya başlar, onların söylediklerini tekrarladıkça herkesin ilgisini çekermiş. Böylece hem dükkanın müşteri potansiyelini arttırıp satışı yükseltir, hem de geceleri dükkana bekçilik yaparmış. Dükkan sahibi her akşam dükkanını kapatıp da evine giderken Dudu Kuşu’nun kafesini açar ve onu özgür bırakırmış.
Bir akşam Dudu Kuşu, yine kafesinden çıkıp -her zaman yapmış olduğu gibi- o yana bu yana özgürce dükkanın raflarını gezinirken içeriye fare avlamak için bir kedinin girdiğini görmüş. Zavallı kuş, kedinin kendisi için geldiğini sanıp korkudan tir tir titremeye başlamış. Fakat sağa sola can havliyle uçuşup ondan kurtulmaya çalışırken rafta duran pahalı bir gülyağı şişesini devirip kırmış. Kedi kendi derdinde avını yakalayıp yedikten sonra dükkandan sessizce çekip gitmiş.
Ertesi sabah dükkan sahibi dükkanını açar ki ne görsün? Kafesinde suçlu suçlu oturan Dudu Kuşu’nun kendi de dükkan da yağ içindedir. Öyle bir sinirlenir ki o sinirle kapının arkasında hazır bulundurduğu bir sopayı kaptığı gibi kuşun kafasına indirir. Neye uğradığına şaşıran Dudu’nun birden gözleri kararır, dili tutulur, başında tüyü kalmayıp “kel” olur.
Birkaç gün sonra sahibinin öfkesi geçer. Fakat ne yaparsa yapsın o çok sevdiği ve bir tür velinimeti olan Dudu Kuşu’nu bir daha eski neşeli haline getirip konuşturamaz. Dahası Dudu giderek yemeden içmeden kesilir; kafesinin kapısı açılsa da dışarı çıkmaz; sahibiyle de gelen müşterilerle de bir daha hiç ilgilenmez bile.
Adamcağız düştüğü duruma çok üzülür: bir kuşuna bakar bir dükkanın giderek azalan müşteri sayısına ve gelenlerin de alışverişteki keyifsizliklerine bakarak yaptıklarından pişman olur. Kendi kendine nedamet getirir: “Ah keşke elim kırılsaydı da o tatlı dillimin başına vurmasaydım” deyip sızlanıp durur. Kuşu yine eski haline gelip de konuşsun diye yoksullara sadakalar dağıtır. Fakat nafile; ne yaparsa yapsın Dudu konuşmak bir yana ağzını bile açmaz.
Bir gün dükkana dünyayı ve insanlığı fazla düşünmekten saçları dökülmüş -bir tür o dönemin düşünce adamı/bilgesi sayılması gereken- kafası kendisi gibi çıplak bir Derviş gelir. Dudu, kendisi gibi onun da bir suç işlediğini düşünüp kendisine yakın bulur ve ona seslenir: “Ey kel adam, sen ne diye kellere karıştın? Yoksa sen de mi gülyağı şişesini kırıp içindekini etrafa saçtın?”
(Ekrem Kahraman, Aydınlı gazetesi)