Loading...
tr usd
USD
0.14%
Amerikan Doları
32,36 TRY
tr euro
EURO
0.03%
Euro
35,08 TRY
tr eur-usd
EURO/USD
0.02%
Euro Amerikan Doları
1,08 TRY
bist-100
BIST
3.1%
Bist 100
9.079,97 TRY
usd gau
Petrol
0.07%
Brent Petrol
86,99 USD
gau
GR. ALTIN
0.15%
Gram Altın
2.323,81 TRY
tr btc
BTC
1.81%
Bitcoin
2.295.371,58 TRY

RAİF ZOR’LA SÖYLEŞİ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Söyleşi: Mehmet Ünal Taşpınar

Elimize bir öykü veya bir roman alır okuruz. Çok beğeniriz veya pek beğenmeyiz. Sahibiyle eseri arasında bir özdeşlik kurar, eser sahibini tanımaya, anlamaya çalışırız. Bu bir kalemde silinip kenara atılacak yöntem değildir. Tabii ki bir sanatçı tek bir eserine indirgenemez; ama genel bir fikir vereceği de yadsınamaz.


Raif Zor bir yazar ve çizer (karikatürist grafiker ressam). Roman veya öykülerini okudunuz veya adını ilk kez duyuyorsunuz. Resimlerini sergilerinde veya sanal ortamda gördünüz veya hiçbir resmini görmediniz, bir fikriniz yok. En iyisi Raif Zor’la söyleşerek eserlerine ve nasıl bir sanatçı olduğuna büyüteçle bakalım dedik.

MÜT: Ve ilk sorumuz: Raif Zor kimdir?

RZ: Sevmediğim şeylerdendir kendimden söz etmek ama kimi zaman kaçınılmaz oluyor. Beni okurlarınızla buluşturduğunuz ve tanıştırdığınız için teşekkür ederim, okurlarınızı içtenlikle selamlarım. 1955 Sivas doğumluyum. İlkokulu orada okudum, ardından demiryollarının meslek okuluna girdim. Babamın memuriyeti sırasında, 1968 baharında tayin edilmesi üzerine İstanbul’a taşındık. Okulu bitirdikten sonra TCDD’de işçi olarak çalışmaya başladım. İşçiliğim 1986 yılına kadar yirmi yıl devam etti.

MÜT: Sanat hayatınıza nerede ve nasıl başladınız?

RZ: Resme olan yeteneğimi beş yaşımdayken keşfettim. Dayım askerden bir fotoğrafını göndermişti. O fotoğrafa bakarak çizmiştim ve enikonu da benzetmiştim. O sırada evimizde misafir akrabalarımız vardı; onlara da göstermiştim, çok beğenmişler ve herkes bana 5,10, 15, 25 kuruş para vermişlerdi. Sanıyorum 75 kuruş param olmuştu. O gün benim miladım oldu. Bu ödüllendirme beni motive etmişti ve bulduğum her kâğıt parçasına resim yapar olmuştum. Askerlik dönüşüne kadar ciddiye almamıştım, eğlenmek için çiziyordum.

MÜT: Askerden sonra?

RZ: Ciddiye aldım. Bugün yazar ve ressam olarak tanımlanıyorum ama ciddi olarak yapmaya başladığım sanat karikatürdür.

MÜT: Öyle mi? Nasıl başladı karikatür macerası?

RZ: O yıllarda Oğuz Aral’ın yönettiği Gırgır dergisi vardı. İstanbul’da Cuma günleri bayilerde olurdu. Demiryollarında çalıştığım süreçte, 1976 yılında bir sabah işe giderken dergimi almış banliyö trenine binmiş ve dergiyi okumaya başlamıştım. Dergide amatör çizerlere yer verilen Çiçeği Burnundakiler adında bir köşe vardı. O köşenin de sıkı takipçilerindendim. Oğuz Abi o köşede yayımladığı karikatürleri eleştirirdi. Bu eleştirilerden çok şey öğrendim. Bir gün yine trende dergiyi okurken içimden bir ses, “Ben de karikatürist olacağım” dedi. O gün iş çıkışı kırtasiyenin yolunu tuttum ve gerekli çizim malzemelerini aldım. O hafta içinde ürettiğim esprileri çizerek pazartesi günü dergiye gittim. Sanırım ona yakın espri çizmiştim. Oğuz Abi, “On espriye harcadığın enerjiyi üç espriye harca” demişti. Az ama nitelikli üretmeyi o zaman öğrenmiştim. Götürdüğüm ilk karikatür Oğuz Abi’nin eleştirisiyle beraber Çiçeği Burnundakiler köşesinde yayımlandı. Çok sevindim ve o hafta daha özenli çizmeye gayret ettim. İkinci hafta götürdüğüm karikatürlerden biri arka sayfada yayımlandı. Bu bizim açımızdan, çıraklıktan kalfalığa terfi etme anlamı taşıyordu.


MÜT: Böylece karikatürist olmuştun. Sonrası nasıl gelişti?


RZ: Evet. Yine aynı dönemde sevgili Raşit Yakalı Ağabeyim Çarşaf dergisinin karikatür okulunu yönetiyordu. Pazartesileri Gırgır’a giderken cumartesi günleri de Çarşaf dergisine gitmeye başladım. Her derste yeni bir şeyler öğreniyordum. Durmadan çiziyor, karikatürlerimi diğer dergilerde de yayımlıyordum. O dönemde yayımlanan birçok gazete ve sanat dergilerinde yüzlerce karikatürüm yayımlandı. Ulusal ve uluslararası karikatür yarışmalarına da katılıyordum. İran, Meksika, Küba, Belçika ve Romanya karikatür müzelerine karikatürlerim kabul edildi, bazı ödüller kazandım.

MÜT: Sürekli kendini geliştirme ve aşma çabası görüyorum.


RZ: Doğrudur. Sanatçılık bisiklet sürmeye benzer; durursanız düşersiniz. Ve eğer her adımda konumunuzu aşmazsanız kendinizi tekrar edersiniz. O an tükenişin başlangıcıdır.

MÜT: Öyküye de o dönemde başladın sanıyorum.

RZ: Evet. Gırgır dergisinde mizah öyküleri de yayımlanırdı. Edebiyat sanatı açısından değerli öykülerdi. Hangi yıldı, hatırlamıyorum, ben de yazacağım diye düşündüm ve oturup yazdım. O sıralar öyküleri yayımlamak Muzaffer Abayhan’ın yönetimindeydi. Yazdığım bir öyküyü Muzaffer’e götürdüm. Okudu beğendi. O sıralar Bostancı’da oturuyordu. Davet etti evine gittik, yemek, muhabbet… Amerika maceralarını anlattı. Bir ara, “Diğer öykülerini getir onları da okuyayım” dedi. Ama benim diğer öykülerim yoktu; hepi topu bir öyküm vardı. Başka öyküm yok ki, deyince şaşırmış, “Nasıl yani?” diye sormuştu. Sendeki ilk yazdığım öykü, başka öyküm yok demiştim. Muzaffer’in şaşırması benim açımdan bir övgüydü.  Pek inanası gelmedi, “Enikonu ustaca yazıyorsun” demişti. Öykücülük maceram böyle başladı.

MÜT: İlginç. Peki nasıl devam etti?


RZ: Yazmaya devam etim. Sayısını bilmiyorum ama sanıyorum 30-40 öyküm çeşitli dergilerde yayımlandı.

MÜT: Kitapların o öykülerden mi oluşuyor.


RZ: Ne yazık ki o öykülerden hiçbiri elimde yok. Yurtdışında olduğum sırada arşivim kiremitleri kırık, yağmur yağdığında zemini göle dönüşen kömürlüğe kaldırılmış. Orada suyun ve farelerin ‘eleştirisine’ terk edilmiş.

MÜT: Çok üzücü. Biz yine karikatürcülüğüne dönelim. Çizmeye devam ediyordun değil mi?


RZ: Evet ediyordum. Bir yandan karikatür çizerken öte yandan çizgi roman çizmeye de başlamıştım.

MÜT: Kendi öykülerini mi çiziyordun?


RZ: Çizmeye İranlı Azeri yazar Samed Behrengi’nin öyküleriyle başladım. Küçük Kara Balık, Bir Şeftali Bin Şeftali öykülerini uyarlayıp çizdim. Çizgi romanlarım ulusal bir gazetede yayımlanıyordu. Kendi öykülerimi çizmeye ondan sonra başladım. İkiz Kayalar, Kartopu, Boyacı Ali öykülerini çizdim. Bir süre ara verdiysem de duramadım, yıllar sonra, Nikolay Gogol’un muhteşem eserlerinden Bir Delinin Hatıra Defteri ve Burun adlı öykülerini çizdim.

MÜT: Diğerleri hadi neyse de Gogol’un öykülerini çizmek zor değil mi?

RZ: Üstelik çok zor. Çünkü yüz küsur yıl önce yazılmış öykünün yazıldığı koşullardaki Rus kültürünü de bilmek gerekiyor. Özel olarak bu nedenle değil ama önceden Rus yazarlarından çok kitap okumuştum. Yalnızca Tolstoy, Dostoyevski, Turganyev, Çehov, Puşkin, Gorki falan değil Kramzinden Herzen’e, Ehrenburg’dan Şçedrin’e Gonçarov’dan Gladkov’a Ostrovoski’den Fadayev’e kadar onlarca yazardan eser okumuştum.

MÜT: Kültürel altyapı hazırdı diyorsun.


RZ: Hayır, Rusça okumadan alt yapının hazır olduğu söylenemez. Değerli çevirmenlerden okuma şansım oldu. Beslenebildiğim kadarıyla ve çizmeye olanak sağlayacak kadar diyelim. Öyküler belirli bir mekânda geçiyor ve bu mekân genellikle Petersburg oluyordu. Gogol’un öykülerini çizebilmek için Petersburg’un veya genel olarak Rusya’nın mimarisini asgari ölçüde de olsa bilmek gerekiyor. İhtiyacımı karşılayacak kadar araştırma yaptıktan sonra çizebildim.

MÜT: Bir öyküyü çizmeye karar verdiğinde nasıl bir yol izlersin?  Okurlarımız arasında çizgi roman yapmayı düşünen arkadaşlar varsa onlara da yararlı olur diye düşünüyorum.


RZ: Anlatayım ama şu koşulla; yöntemler kişiye özgüdür. Yararlansınlar ama kopya etmeyi düşünmesinler. İlk önce çizeceğim öykünün güncel açıdan yararı olup olmadığını belirlerim. Var ise yalnızca öyküyü okumakla kalmam, alt metnini anlamaya çalışırım. Ardından öyküyü okuyarak senaryosunu yazarım. Senaryodan sonra, hangi sahnenin ne büyüklükte çizilmesi gerektiğini belirlerim. Öyle sahneler vardır ki yarım sayfanın sekizde biri kadar çizmek yeterliyken, kimi sahneleri yarım, hatta tam sayfa çizmek gerekir. Ben buna kadrajlama derim. Kadrajları belirlerken, film çekiyormuşum gibi kendimi kameraman ve yönetmen yerine koyar, sahnelere onların gözüyle bakmaya çalışırım. Bu iş de bittikten sonra karakterleri, farklı açılardan, farklı duyguları yansıtan yüz ifadeleri ve mekanları çeşitli perspektifle ve çizerim. Bu çizimler bana rehber olur. Devamla öyküyü kurşun kalemle çizmeye başlarım. İlk üç beş sayfayı karakalemle çizdikten sonra tarama ucuyla çini mürekkebi kullanarak çizerim. Bu üç beş sayfa, sürekliliği sağlamak açısından önemlidir. Bu çalışma kaç sayfa olacaksa aynı şekilde devam eder. Bugün çok güzel çizim programları var, bilgisayarda çiziyorlar. Ama o çizimler bana biraz ruhsuz geliyor, elle çizilenin tadını vermiyor. El dokuması Bünyan halısıyla fabrikada tezgâhta dokunmuş halının farkı gibi…

MÜT: Bir öyküyü ortalama olarak kaç günde çizersin?

RZ: Ortalama uzunluğun ne olduğunu bilmem de okuma, senaryo vs. çalışmaları hariç, bir sayfayı ortalama olarak üç dört günde çizerim. Sayfa sayısını üç veya dörtle çarpmak genel bir fikir verir.

MÜT: Edebiyat öyküyle başladı diyorsun. Senin eserlerini tanımadan önce, romana ne zaman ve nasıl başladın?


RZ: 2008 yılında başladım. Çok roman okudum, hepsinden beslendim. O yıllarda bazı önemli eserleri dışında tutarsak, dişe dokunur eser verilemiyordu. Ve bazı yazarlar toplumsal koşulların zorlamasıyla, o zamana değin savundukları fikirlerden vazgeçmiş, tersi yönde yazmaya başlamışlardı. Yabancılardan Andre Groz, bizden Eylülistler gibi… Bu tutum etkiledi sanırım. Çünkü onların ters yönde yazdıkları konularda benim doğru yönde söyleyeceğim sözüm vardı. Hem sanatsal hem de içerik açısından nitelikli eserler verilebileceğini düşünerek Sisli Bahar’ı yazdım.

MÜT: İlk romanın Sisli Bahar.


RZ: Yazılan değil ama yayımlanan ilk romanım. Yazdığım ilk romanı yağmur suları ve fareler beğenmemiş olmalı ki imha etmişlerdi. Oylumlu bir romandı; yayımlansaydı sanırım beş yüz altı yüz sayfa olurdu.

MÜT: Dramatik… İkinci eserin?


RZ: İkinci eserim İkiz Kayalar, öykü başlığıyla yayımlandı ama aslında iki novelladan oluşuyor. Okuman isteyen insanlar olabileceğinden, konulara dair ipucu veremeyeceğim.
Sonra, Kelebek Çığlığı ve Veda Prelüdleri’ni yayımladım.

MÜT: İpucu verme ama konularına değin birazcık.


RZ: Kelebek Çığlığı ‘90’lardan sonraki toplumsal çözülmeyi, iki aileyi baz alarak anlatıyor. Toplumsal çözülme hangi toplumsal kesimden hangi bilinç düzeyinden insanlara nasıl yansıyor, ne gibi sonuçlar yaratıyor? Bireysel iradenin rolü nereye kadar, toplumsal iradeninki nereye kadar etkili? Bu soruları cevaplamaya çalıştım.

MÜT: Veda Prelüdleri için neler söyleyebilirsin?


RZ: Veda Prelüdleri, omurgasında aşk kavramı olan, insanların psikolojisini sosyolojisini kültürel yapısını, değer yargılarını neden sonuç bağlamında irdeleyen bir roman. Çeyrek asırdan fazla bir zaman önce yolları ayrılmış iki insandan birinin, ruhunda açık kalmış bir sayfasının kapatılmasına yönelik çabaları… İlerisi gerisi düşünülmeden sorulmuş basit bir sorunun insanın yaşamını nasıl etkilediğini, nicedir kapanmış yaraların yeniden kanamasına neden olduğunu anlatan derin bir dram.

MÜT: Sonra bir fabl masal olan Yön geliyor.


RZ: Biçimsel açıdan bakarsak, evet, fabl; ama öz açısından bakarsak masal demek zor. Daha çok öyküye benzetebiliriz. Kafeste büyüyen kuş uçmayı hastalık zanneder deyişinin somutlaşmış hali. Platon’un mağara alegorisiyle ortak paydaları olan bir eser. Aynı ırmakta yaşayan balıklarla aynı zamanda karada da yaşayan kurbağalar arasındaki ilişki ve çelişkiler… On dokuzuncu yüzyıl Rus eleştirmenlerinden Saltikov Şçedrin’in büyüklere masallar dediği türden diyebiliriz.

MÜT: Son eserin Çakma Hırsız. İronik bir isim. Normal hırsızı bilirdik de çakmasını ilk kez duyuyoruz.  Biraz açar mısın?


RZ: Evet, ironik. Bu kitabımda iki epik öykü ile dokuz mizahi öykü yer alıyor. Bu ülkede hemen hemen her şeyin sahtesi var. GDO’lu ürünler, imitasyon takılar, kokular, ünlü markaların sahteleri, Çin malı denilen ürünler… Saymakla bitmez. Memleketimizde onca hırsız vardı ama sahtesi (çakma’sı) yoktu. Sahtesi de benden olsun dedim. Bu isimden anlaşılacağı üzere, kahramanımız aslında gerçek hırsız değil ama… Bu ama’dan sonrasını söylemeyeyim.

MÜT: Oldukça eğlenceli olsa gerek. Dikkat ettim de kitaplarının kapak kompozisyonunu kendin çiziyorsun. Gerçekten de ilginç grafikler. Bu konuda dikkat edilmesi gereken noktalar nelerdir?


RZ: Ben yalnızca kendi kitaplarımın kapaklarını çizmedim. Sanırım yirmiden fazla arkadaşımın kitaplarının kapağını da çizdim. Bu önemli bir konudur. Sanal ortamdan bir fotoğraf bulup koyuyorlar. Hatta kendi fotoğraflarını koyan bile var. Kişinin kendi fotoğrafı, yalnızca otobiyografik eserlerde yer alabilir. İnsanlar kitap alırlarken, yazarın ve kitabın adından sonra kapağına bakarlar. Kapak kompozisyonu kitabın içini (içeriğini) de gösteren bir pencere olmalı. Yani konunun özü, grafikle anlatılmış olmalı.

MÜT: Çeşitli edebiyat akımları var, bu akımlardan hangisi sana yakın?


RZ: Birçok akımdan değerli eserler vermiş sanatçılar var. Romantikleri ve gerçekçileri de severim. Ama sevmediğim akımlardan söz etmek daha anlaşılır olacaktır. Özellikle varoluşçuları tanımlarken, bilmem neyin anlam arayışı gibi laflar ederler. Aradıkları anlam da çoğunlukla toplumsal yaşamın dışında, yönsüz, nesnellikten yoksun şeylerdir. Bir tanesinin de aradığı anlamı bulduğuna tanık olmadım. Yeraltı edebiyatını hiç mi hiç sevmem. Beni güldüren bir anımı anlatayım. Yeraltı edebiyatından söz ederken, Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını da o kategoride değerlendirmişler ve beni hayli güldürmüşlerdi. Onların ağa-babaları sayılan Chuck Palahniuk ve derinlemesine düşünmeden çokça alıntı yapılan Charles Bukowsky’dir. Bunlar edebiyatın kımıl zararlılarıdır. Onlardan etkilenen Türk yazarlar da var. Onlar adına üzülüyorum tabii. İsim vermeyeyim de gereksiz polemik doğmasın. Diğer sevmediğim akım, postmodernizmdir. Ben buna postmodernizm değil ‘höstmodernizm’ derim. Bu akımın edebiyat açısından kime ne yararı olmuş, bir bilen beni aydınlatırsa sevinirim. Tırpan, İnce Memed, Tutunamayanlar, Bir gün Tek Başına, Karartma Geceleri ve benzerlerinden alınan zevkin yüz binde birini Dijital kale Yüzükleri Efendisi gibi zırvalarda bulmak mümkün mü? Ben toplumcu gerçekçi bir yazarım. Konularımı yaşamın içinden seçerim. Karakterleri de öyle… Yazdığınız eser insanların yaşamına, yüreğine dokunmalı, gönül telini titretmelidir.

MÜT: Yazacağın konuyu seçerken neye dikkat edersin?


RZ: Ele alacağım konu, yaşayan, canlı bir soruna dair olmalı. Güncel, ama aynı zamanda tarihsel geleceği olmalı. Yereli, ulusalı temsil etmeli ama aynı zamanda evrensel değerlere de sahip olmalı. İster ütopik ister distopik tarzda yazılmış olsun, okur kitabı okuduktan sonra, “Şimdi bu yazar ne demek istedi? Tamam da ne olmuş? Eee?” gibi sorular soruyorsa o eser ölü doğmuş bir bebektir.

MÜT: Rus edebiyatını çok seviyorsun.

RZ: Konuşmalar bizi oraya yönlendirdi. Yalnızca Rus edebiyatı diyemem, Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransız edebiyatını da çok severim. Ortadoğu diyebileceğimiz Arap, Yahudi veya Hristiyan kökenli değerli yazarlar var. Benim beğenim daha çok uluslara değil yazarlara dayanır.

MÜT: Sevdiğin yazarları sıralar mısın?

RZ: Birinci ikinci üçüncü diyerek değil de aklıma gelenleri sırasızca söyleyeyim. Rusları tekrarlamayayım; Amerika’dan John Steinbeck, Mark Twain, B. Traven, Jack London, Ernest Hemingway, Almanlardan Zveig, Franz Kafka, Herman Hesse, Goethe, Thomas Mann, Fransızlardan Victor Hugo, Gustave Flaubert, Balzac, Zola, İngilizlerden Bronte kardeşler, Dickens, Virginia Wolf, Shakespeare, Oscar Wilde. Bizden Üç Kemaller. Fakir Baykurt, Abbas Sayar, Oğuz Atay, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin. Öyle çok ki… bu kadarla yetinelim. Şu an hatırlayamadıklarım da vardır kuşkusuz. Kazancakis, Cengiz Aytmatov, Ephraim Kishon ve diğerleri diyelim.

MÜT: En sevdiğin üç eser desem…


RZ: Gazap Üzümleri, Notredam’ın Kamburu ve Sefiller. İhtiyar Adam ve Deniz, Fareler ve İnsanlar, İnce Mehmet, Martin Eden… Öyle üçle beşle sınırlamak mümkün değil.

MÜT: Söyleşinin sonuna geldik Raif, yeni çalışmaların vardır mutlaka…


RZ: Var. Ben bir saniye bile boş durmayı sevmiyorum, sürekli çalışıyorum. Son iki yıla iki sergi ve bir kitap sığdırdım. Ekim ayında Bursa Nilüfer’de Gölyazı Esintisi adıyla, oradaki mekân ve yaşamı anlatan bir sergi açmıştım. Bir yıldır da doğa ve insan konulu karakalem sergisi hazırlıyordum.  Neredeyse tamamlandı. Henüz açmadığım Şiirsel 2 adını verdiğim, şiirle grafik sanatını kaynaştırdığım bir sergim daha var. Edebiyat alanında ise, beş yıldır üzerine çalıştığım –ki, bu benim için çok uzun süre- bir romanım var. Son redaksiyonu yapıyorum. Sanırım mart ayı gibi kitapçılarda yerini alacak.

MÜT: Güzel bir sohbet oldu aynı zamanda. Teşekkür ederim

RZ: Ben de teşekkür eder başarılarınızın devamını dilerim

 

medyazar.com Özel

RAİF ZOR’LA SÖYLEŞİ

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

Giriş Yap

Medyazar ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!