1430’lu yıllarda Karamanoğulları Beyliği, Osmanlı Devletinin başını bir hayli ağrıtmaktadır. O günlerde Karamanbeyleri’nden biri olan İbrahim Bey’in dört tane oğlu vardır. En büyüğü Kasım Bey, en küçüğü Osman Bey’dir. Bu arada Kasım Bey’in arası, Fatih Sultan Mehmet’in en küçük oğlu Cem Sultan’la çok iyidir. Ancak bilindiği üzre Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra ağbisi ile girdiği taht kavgasını kaybedince, Cem Sultan önce Mısır’a sığınır, devam eden bu kavganın sonunda da Rodos Şövalyelerine sığınıp oradan oraya sürüklenirken Vatikan’da Papa’nın esiri olur. Fakat Kasım Bey her şeye rağmen Cem Sultan’ın yanında durmaya devam eder….
Gel zaman git zaman Cem Sultan Vatikan’ın elinde zehirlenerek öldürülür. Kasım Bey bu olaydan sonra, anavatana bir türlü dönemez. Fransa topraklarına gitmeye karar verir ve Güney Pireneler’e yerleşip, orada bir köy kurar. Bu gün hala o köy, varlığını devam ettirmektedir. Köyün adı ise; “Karamanço…”
Gelelim Karamanoğulları Hanedanı’nın en küçük oğlu Osman Bey’e; Osman Bey, 1471 yılında, Fatih’in emriyle, Gedik Ahmet Paşa Karamanoğulları’na akın düzenleyip, sahip oldukları toprakları tamamen kontrol altına aldığında, Alanya’da yakalanır. Bu durumda iken Gedik Ahmet Paşa’dan aman diler ve “Sizin yolunuzda, sizinle olmak isterim” der. Fatih Sultan Mehmet de bu genç, civan delikanlıyı heder etmez. Böylece Osman Bey, iskan politikası adına Balkan topraklarına gönderilir. Bu gün Arnavutluk, Makedonya sınırında , Vardar nehrinin Kuzeyindeki bölge, 1000 Sipahilik bir yurtluk olarak, Osman Bey’e verilir. İşte burada; Osman Bey ve devamında ailesinin 404 yıllık Osmanlı egemenliğindeki Hükümranlık yılları başalar. Ta ki, tarihler 1875 yılını gösterene kadar….
O coğrafyada Karaman Hanedanı o kadar güzel bir yönetim sergiler, insanları o kadar adaletle kucaklar ki; halk bölgenin yerel dilinde “sevgi” anlamına gelen bir eki, bunların Hanedan isimlerinin sonuna ekler. Eklenen bu “ÇO” eki ile, Hanedan mensupları “Karamançolar” olarak anılmaya başlanır…
1875 yılında Yugoslavya’da büyük bir isyan patlak verir ve bu isyanın neticesinde, o bölgedeki Türk aileler anavatana dönme kararı alırlar. Dönen ailelerden biri de Karamançolar’dan, o meşhur Osman Bey’in aile soyudur. Dönen ailenin iki de küçük erkek evlatları vardır, 4 yaşındaki Abdi ve 2 yaşındaki Avni. Türkiye’ye gelip yerleştikten sonra, büyüyen Abdi, Mülkiye Mektebi’ne kaydolur, yani bu günkü Ankara Siyasal Bilimler Fakültesine. Burada eğitimine devam ederken, sınıfında Macit isimli bir arkası vardır, onunla kardeş gibi olurlar. Bu arada Macit’in babası Osmanlı Sarayında, esvapçıbaşılık yapmaktadır, yani, elbiselerden sorumlu müdürdür. Birbiriyle yakın arkadaş olan delikanlılardan Abdi, zaman zaman Macit’in oturduğu Konağa ziyarete gider ve bu ziyaretler sırasında Macit’in kız kardeşi Nimet’e aşık olur. Niyetini arkadaşına açan Abdi, aile tarafından kabul görür ve kendinden 10 yaş küçük olan, hayatı boyunca “Gülpembe” adıyla hitap edeceği Nimet ile evlenir. Yıllar sonra torunu tarafından da kendisine Gülpembe adında bir şiir yazılıp bestelenir…
Abdi Bey ve Nimet Hanım evlendikten sonra Fikirtepe’de geniş bir arazi üzerinde yer alan Konakta yaşalar. Bu evlilikten sekiz çocukları olur, fakat evlatlarından sadece dört tanesi yaşar. Bu mutlu evlilik maalesef ki Abdi Bey’in 1913 yılında vefatıyla sonlanır. Ardından bir sene sonra, ikinci çocuğu İsmail Hakkı hastalanır. O günün şartlarında yüksek ateş, halsizlik ve aşırı terleme ile baş gösteren ağrılara, yaygın olan “verem” teşhisi konur. Nimet Hanım perişan olur ve İsmail Hakkı’nın en iyi şekilde bakılabilmesi için tavsiye edilen hastanenin İsviçre dağlarındaki Sanatoryum olduğuna karar verir. O dönemde sadece 13 yaşında olan İsmail Hakkı’yı, iki çok küçük kardeşini bırakamayacağı için, yalnız başına Orient Express’e bindirerek İsviçre’ye yolar. Üstelik de tam 1. Dünya savaşının patlak verdiği günlerdir. Herkesin birbirinden şüphelendiği böylesi kaotik bir dönemde tam Macaristan sınırından geçerken tren durdurulur ve Macaristan askerleri trende arama yapar. Bu arada Macaristan’a kadar trenin her durduğu istasyonu can sıkıntısından defterine not alan İsmail Hakkı’nın bu hareketinden şüphelen askerler, onu tutuklayıp hapse atarlar. Tam 3 gün ağır bir sorgudan geçen İsmail Hakkı, sonunda serbest kalır ve tekrar İsviçre trenine binerek, sora soruştura sanatoryumu bulup derdini anlatmayı başarır. Güzel haber ise; doktorların muayene ettikleri İsmail Hakkı’nın verem olmadığına, sağlığının gayet iyi olduğuna dair verdikleri rapor olur….
Bu haberi vermek için hemen annesini arayan İsmail Hakkı’ya Nimet Hanım; ”sakın” der. “sakın dönme, başka bir ülkeye de gitme…” Çünkü 1. Dünya Savaşı iyice alevlenmiş ve tüm Avrupa Ülkeleri birbirlerine savaş açmış durumdadır, ancak savaşa katılmayan tek ülke İsviçre’dir. Nimet Hanım; “orada kal ve oradaki okullara devam et, ben seni buradan desteklerim. Savaş bitmeden dönme oğlum” der. Yıllar yılları kovalar ve 1923 yılına gelinir, savaşlar bitmiş, genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur ve 22 yaşındaki İsmail Hakkı İstanbul’a döner. Yurt dışında kendi diline 4 dil daha eklemiş olan İsmail Hakkı, ilk iş başvurusunda İzmir Ziraat Bankası’na müdür olarak atanır. Sonraları Genel müdürlüğe yükselen genç adamın, bu görevi 2. Dünya Savaşına kadar devam eder…
Bu arada kendileri gibi, geniş Osmanlı topraklarına ait Afrika cenahından Türkiye’ye 15. yy’da göç etmiş bir ailenin kızı olan Rikkat Hanımla Adana’da tanışarak evlenir. Sadece 6 yıl süren bu evlilikten iki oğlu ve bir kızı dünyaya gelen İsmail Hakkı Bey, girişimci bir ruhla, Türkiye’nin pek çok yerine köprü yapacak olan, özel sektöre ait bir firmada çalışmaya başlar ve ihaleyi almaya çalışan firmaya, babasının Fikirtepe’deki tüm varlığını teminat gösterir. Ancak firma iflas eder ve İsmail Hakkı’nın teminat gösterdiği tüm mal varlığı hiç olur. Elinde sadece Karacabey mezarlığında aile kabristanı için aldığı parsel kalır. Yaşadığı bu olaylara daha fazla dayanamayan İsmail Hakkı sonunda üzüntüden ölür…
Geçen yıllar içerinde ayrıldığı eşi Rikkat Hanım sesinin güzelliği ile , kendisini cesaretlendiren akrabaları sayesinde Türk Musikisi Konservatuarında eğitim alıp, mezun olduktan sonra, Klasik Türk Musikisi eğitmeni olur. Öğrencilerinden biri de Zeki Müren’dir. Ancak Rikkat Hanımın en büyük gururu Savaş, Barış ve Fatma İnci adındaki çocuklarıdır. İçlerinden kendi mesleğini sürdüren oğlu Barış ise, yaşadığı sürece göğsünü kabartan kıymetlisi “Barış Manço”dur…
Karaman oğulları soyundan gelen sanatçının soyadı, soyadı kanunu çıktığında, isteyen herkese Türk Beyliklerinin adını hatırlatan soyadları verilmediği için “Karamanço” olarak verilmez ve Abdi Bey de bari “Manço” olsun diyerek, hiç olmazsa bu soyadına razı gelir. “Ço” Sevgi eki ile güzelleşmiş Karamanoğulları soyunun yeni soyadı, artık Manço’dur…
Bu gün bizi şaşırtan ise 1999 yılında kaybettiğimiz Barış Manço’nun “2023” adlı anlamlı şiiridir. Bu şarkı sözleri de ancak bu kadar köklü bir aileye mensup, kültürüne sahip çıkan, vatansever biri tarafından yazılabilir zaten…
Hayatın içinden..