Rasime Hanım Moda İlkokulu’nda öğrencisi olan, “Bir Kadıköy’oğlu’nun da yazarı, Kadıköylü merhum şair ve yazar Hulki Aktunç’a 1959 yılında Kalkedonya kitabını armağan ederek belki de Aktunç’u okumaya ve Kadıköy’ü yazmaya yönlendiren kişi olmuştu. Üstat Rasim’in Kadıköy’de bir süre kiracı olarak oturduğu evlerden biri günümüzde Kadıköy Belediyesi tarafından restore edilip Rasimpaşa Sosyal Hizmet Merkezi’ne dönüştürülen köşktür. Köşk’ün son sakinlerinden Gönül Öztürk Kızılağaç ile gazetemizin yaptığı bir röportajda, Gönül Hanım babasının naklettiğine göre akşamcılığı seven Ahmet Rasim’in eşinin kendisine, “sakın geç kalma erken gel” demesi üzerine o meşhur besteyi bu köşkte bestelediğini söyler. Ahmet Rasim’in henüz otuz altı yaşındayken eşini kaybettiğini düşünürsek bu bestenin Kadıköy yıllarından önce olması gerekir. Diğer bazı kaynaklara göre Samatya’da oturduğu yıllarda Miltiyadi Gazinosu’nda Ahmet Rasim’in yazdığı güfte, Tatyos Efendi’yle birlikte bestelenir. Kemani Tatyos Efendi ve Ahmet Rasim’in dostluğu uzun yıllar sürer ve Kadıköy yıllarında da beraberdirler. Kayıt altına alınmış altmış iki eseri olan Tatyos Efendi hastalığı yüzünden son yıllarında çalışamadığından 1913 yılında yokluk içinde vefat edince Kadıköy Uzunçayır Ermeni mezarlığına yakın dostu Ahmet Rasim’in topladığı iane ile defnedilir. Ahmet Rasim’in akşamcılığı ve yeme içmedeki seçiciliği onu Kadıköy yılarında bir efsane yapmış ve ayrıca onun sayesinde Kadıköy’deki o dönemin farklı mekanlarını öğrenmemizi sağlamıştır. Recaizade Mahmut Ekrem’in oğlu gazeteci yazar Ercüment Ekrem Talu ilk birayı onun elinden içtiğini ve içki sofrası adabını ondan öğrendiğini söyler.
[Ahmet Rasim’in] Mezelere iltifat etmediğini, beyaz peynir ve taze meyveyle içtiğini söyler. Bir akşam Kadıköy’de Mardik’in meyhanesinde içtiklerinde, gelen mezelere neden hiç el sürmediğini sorduğunda yine nükteli bir cevap verip “Senin Edebiyat-ı Cedideciler kafiyenin göz için değil kulak için olduğunu söyler, mezeler aksinedir. Bunlar da damak için değil göz içindir.” İlk musiki derslerini Zekai Dede’den alan üstat, Papazın Bağı’nda bir dost ortamında içip meşk ettiği bir ortamda çok sevdiği tamburi Fuat Bey’e “Göreceksin bir gün bu bahçedeki bülbüllerden biri gelip senin tamburun sapına konacak” demiş. Fuat Bey: “Dediği oldu, bülbül tamburuma değil fakat çok yakınımızdaki bir ağacın dalına konup bize iştirak etti” diye o akşamı gözleri yaşlı anlatırmış…”
HAMDİ’NİN GAZİNOSU
Ahmet Rasim’in bir sevdiği mekan da Kurbağalıdere kıyısındaki HAMDİ’NİN gazinosudur Neyzen tevfik’in de ara sıra uğradığı mekanda Neyzen ile anlaşıp huyuna suyuna gidilebilen nadir insanlardan biridir Ahmet Rasim.
Bu gazino sahibi eski kabadayılardan Galatalı Hamdi için, “Birbirine zıt olan rakı ile suyu Hamdi gibi kaynaştıran adam görmedim” der. Kadıköy’de Ahmet Rasim denince esas mekan Şifa’daki kır gazinosudur. Ahmet Rasim burada senelerce etrafına hayranlarını toplayıp orasını da bir açık hava okulu haline getirmiş. Siyasi, edebi sohbetler yapılır, söz bitince sazda karar kılınıp, ıssız bahçede mehtap ayinleri olurmuş. Ahmet Rasim kendi ağzından da Kadıköy’deki son yıllarını Şifa’da geçirdiğini söylemiştir: “Birkaç yıldan beri yazları her gün, köyün vaktiyle Kâtib’in Bağı denirken, şimdi hastane adından dolayı Şifa denilen Kalamış Koyu’na bakan yüksek sahiline gidip oturur, çoğunlukla tenha olduğu için okur, yazar, arada bir çakar, bakınır, eğlenir ve dinlenirdim…”
Dönemin Kadıköy’ü hakkında Ahmet Rasim’den öğreneceğimiz çok şey vardır. Arabalar ve yollar hakkındaki eleştiri ve şikayetleri şunlardır: İstanbul’da şehir içi ulaşımda kullanılmaya başlandıktan sonra, sokakların darlığı sebebiyle arabaların gelip gidecekleri yerler belediye tarafından tespit edilmişti. Ahmed Rasim, İstanbul ve Beyoğlu gibi yerlerde tatbik edilen bu kuralın Kadıköy’de tatbik edilmediğini; kırbacını çalanın, borusunu öttürenin istediği sokağa dalıp yolu tıkadığını, bunlar yüzünden insanların ezilme tehlikesi geçirdiğini ifade eder. Kadıköy Belediyesi de zaman zaman arabalara zarar verecek durumlar sergilemektedir. Örneğin belediye yollara toprak doldurduğu için bazen bağ arabaları devrilebiliyordu. Kadıköylülerin yoğun olarak İstanbul’dan geldiği saatlerde arabalarla dolu olan İskele Meydanı yüzünden, Kadıköy iskelesine vapur iskelesi denilemeyip arabacılar iskelesi denilmesinin daha doğru olacağını ifade eder. Fenerbahçe’de de araba piyasasında toz toprak içinde kalındığını helirtir. Burada çekçek, parasol, bağ arabası, fayton,
İstanbul’da şehir içi ulaşımda kullanılmaya başlandıktan sonra, sokakların darlığı sebebiyle arabaların gelip gidecekleri yerler belediye tarafından tespit edilmişti. Ahmed Rasim, İstanbul ve Beyoğlu gibi yerlerde tatbik edilen bu kuralın Kadıköy’de tatbik edilmediğini; kırbacını çalanın, borusunu öttürenin istediği sokağa dalıp yolu tıkadığını, bunlar yüzünden insanların ezilme tehlikesi geçirdiğini ifade eder. Kadıköy Belediyesi de zaman zaman arabalara zarar verecek durumlar sergilemektedir. Örneğin belediye yollara toprak doldurduğu için bazen bağ arabaları devrilebiliyordu. Kadıköylülerin yoğun olarak İstanbul’dan geldiği saatlerde arabalarla dolu olan İskele Meydanı yüzünden, Kadıköy iskelesine vapur iskelesi denilemeyip arabacılar iskelesi denilmesinin daha doğru olacağını ifade eder. Fenerbahçe’de de araba piyasasında toz toprak içinde kalındığını belirtir. Burada çekçek, paraşol, bağ arabası, fayton, brik, kupa, lando, yarım lando, tek atlı, çift atlı gibi araba çeşitlerini sayan Ahmed Rasim, arabacıların kıyafeti hakkında da bilgi verir: Başında on tepesi püsküllü, kalıpsız, eski fes, üzerinde kırmızı bir mintan yelek gibi beyaz düğmeli, belinde kırmızı kuşak, sarı ile siyah arasında bir potur, çorapsız ayaklarında altı kerpiçli yarım kunduralar bulunurdu. Arabaların içi şiltelerle, çarşaflarla, yastıklarla döşeli olurdu. Yürürken gıcırdayan bu arabalar koştu mu içindekilerin yerinde durması kabil olmaz, herkes zıplardı.
Vapurlar yine Ahmet Rasim’in en çok değindiği konulardandır. Kadıköy vapurlarının çok yalpa yapmasını mizahi dille eleştirir. Ramazan ayında Kadıköy halkının çoğunun sahura kalkma zahmetine girmediğini, çünkü istifra edeceklerinden oruçlarının akşama kadar
dayanmayacağını bildiklerini yazmıştır. Ahmet Rasim’in Tontonu Bahriler ismini taktığı, diğer vapurlara göre çocukların emeklemesi nispetinde yürüyen 4 ve 5 numaralı Kadıköy vapurları yinede de kalın gövdeleri ile lodos’a karşı en dayanıklı vapurlardır Ahmet Rasim bu sebeple “bu vapurlar şirketi hayriye’nin 14 ve 11 numaralı antikalarına tercih edilir denemez ama biz diyelim” der. Ahmet Rasim’in Atatürk’le karşılaşmasını ve milletvekili oluşunu da yine gazeteci, yazar ve 5. Dönem Siirt milletvekili olan İsmail Müştak Mayakon’un anılarından öğreniyoruz. Kendisi 1927 yılında Ahmet Rasim’e Ankara’da rastlamıştır. Ahmet Cevdet, Sabah’çı Mihran ve onu bu yaşa kadar hiç muhtaç bırarakmayan gazete patronlarının piyasadan çekilmesi ve kendisinin de çalışamaz bir hale gelmesi üzerine, Ankara’ya nafaka aramaya gelen Ahmet Rasim; İsmail Müştak Bey’in “Aman, efendim siz buradasınız da, bize niçin haber vermiyorsunuz? Nasılsınız? Bir emriniz mi var Ankarada?” sorusuna “Bir okka ekmek alayım, dedim. Elimden düşüp, yuvarlanmaya başladı. Bu tekerleğin peşinden Ankara’ya kadar koştum. Şaşkın şaşkın onu arıyorum şimdi!” diye nükteli bir cevap vermiş. İsmail Müştak o akşam Çankaya’da Atatürk’e bu konuşmayı nakledince, Atatürk Müştak Bey’e kızmış: “Yarım asır Türk irfanına hizmet etmiş yoksul bir zat sana Ankara’da ekmek aradığını söylediği halde hangi otelde kaldığını sormadın, yardım etmeğe davranmadın değil mi?”
O akşam bütün oteller aranıp Ahmet Rasim bulunmuş. Çankaya’dan gönderilen otomobille davet edilen Ahmet Rasim’i, Atatürk ayağa kalkıp karşılamış ve masada yanına oturtarak ikramlara boğmuş. Atatürk’ün “Münhal İstanbul mebusluğunu lütfen kabul eder misiniz?” sözü üzerine ayağa kalkıp Ata’nın ellerini öpen Ahmet Rasim, şu nükteyi yapmış. “Ekmek, hakikaten aslanın ağzındaymış!” Rasim 1927’den 1932’deki vefatına
“Ekmek, hakikaten aslanın ağzındaymış!”
Ahmet Rasim 1927’den 1932’deki vefatına kadar İstanbul milletvekilliğini sürdürmüştü. Bir vakitler; günümüzdeki gibi önündeki yazılı metinleri bile okumakta zorlanan kişilerin değil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Memduh Şevket Esendal, Sami Fethi, Esat Mahmut Karakurt gibi isimlerin vekil olduğunu genç kuşaklara hatırlatmakta da fayda var.
İstanbul’un renklerini, seslerini en güzel şekilde kaydedip naklettiği üzerine herkesin hemfikir olduğu üstat, ne mutlu ki Kadıköy’de Abdülhamit döneminde geçen ilginç bir vakayı da bizlere “Gülüp Ağladıklarım” kitabında nakletmiş:
“Kadıköyü’nde zevzeğin biri evinde kırmızı kağıttan bir balon yapmış, içine saman tütsüyü doldurup salıvermiş. Bunu gören diğerine göstermiş derken hafiyelerden birinin gözüne ilişmiş, herif paçaları sıvamış, Ali Şamil Paşa’ya koşmuş, merhum kılıcını takmış, adamlarını toplamış, derken hadise Üsküdar Mutassarrıflığı’na oradan Beşiktaş’a, oradan da Yıldıza aksetmiş. Vapurdan çıkar çıkmaz baktım ki Kadıköy allak bullak. Haneler alan talan. Fehim, Refik, Sakallı Mehmed Paşalar, Hamdi Beyler, Polis Müdürü, Heyeti Tahkikiye Reisi, komiserler, polisler, siviller kol kol geziyorlar.
Bildiğim birine sordum:
Ne var?
Ben de pek iyi bilmiyorum ama bir şey uçmuş diyorlar…
Diğerine sordum:
– Yıldızdaki bombanın aynı varmıs, onu arıyorlar…
Bir üçüncü: İki Ermeni bir balona binmişler nereye gittikleri belli değil.
değil.
Dördüncüsü eliyle köşedeki berber dükkanını
göstererek:
– Bunun kadar varmış, kırmızıymış…
Beşincisi:
Denize düşmüş de yine sönmemiş…
Nihayet paşalara mensub biri:
– Ben de gördüm, nefret şeydi fakat nereye gitti bulunamıyor, belki yirmi ev basıldı. Tam bu esnada bir gümbürtü işitildi. Ben bile kaçtım. Heyecan o derece salgın bir hale gelmişti. Meğer dükkancının biri kalabalığın dolaşmasından endişelenmiş dükkanı vaktiyle kapayıp sıvışayım fikri ile demir kepengi alaşağı etmiş. Fakat zavallı adamcağız hafiyelerden birkaç araba dayak yediydi.”
Bizlere onlarca tercüme eser, tarih, roman, hikaye, şiir, hatıra yazıları, fıkra ve makale kitapları bırakan Ahmet Rasim’in ismi Kadıköy’de Hasanpaşa’da bir sokağa verilmişti. Gazeteci Necati Güngör 1983 yılındaki bir yazısında sokağın bakımsızlığı, Kurbağalıdere’nin pisliği nedeniyle buranın Ahmet Rasim’e hiç yakışmadığını söyleyen bir yazı yazmıştır. Ne mutlu ki günümüzde Kurbağalıdere artık pis değil ve Hamdi’nin Gazinosu’na çok yakın olan sokak artık daha bakımlı. Ünlü bestekârlarımızdan Osman Nihat Akın’nın da dedesi olan Ahmet Rasim, bazı özel programlarda sadece yazarlığıyla değil
Zaman zaman bizleri bıraktı güzel güfte ve besteleri ile de anılmaktadır.
[Bu yazı dizisi Kadıköy Belediyesi’nin Gazete Kadıköy (13-19 Ekim 1923 sayılı nüshasındaki) EMRE MUŞAZLIOĞLU’nun hazırladığı yazılar kopyalanarak kullanılmıştır.]