Çocukluğumda, Beyazıt’taki genel kitaplıktan aldığım bir kitapta okuduğum bir hikâye beni çok etkilemiştir. Ya Çehov’un ya Gogol’ün hikâyesiydi. 47 yıl önce (1929) okuduğum o hikâyenin aklımda kalan özeti şudur: Rus soylularından iki zengin delikanlı bahse tutuşurlar. Bunlardan biri yirmi yıl kapalı bir yerde tek başına kalabilirlerse, bahsi kaybeden arkadaşı ona büyük para verecektir. Yirmi yıl tek başına kalmaya dayanamaz da çıkarsa, arkadaşına o ödeyecektir bu büyük parayı. Kapalı yerde kalacak olanın her istediği kendisine verilecek, kapısında da nöbetçi bulunacaktır..
Soylu delikanlılardan biri, tek penceresi, tek kapısı olan bir yere kapatılıyor. Kapıda nöbetçi var. Kapalıda olan delikanlı, birkaç gün sonra kitap istiyor. Gün geçtikçe kitap isteğini artırıyor. İstediği kitaplar kendisine veriliyor… Yıllar geçiyor. Bu arada öbür delikanlı kumarbazlığı ve uçarı yaşantısı yüzünden zenginliğini yitirmiştir. Bütün umudu, kapalıdaki arkadaşının tek başına yaşamaya dayanamayıp kapalı olduğu yerden çıkması sonucu bahsi kaybederek kendisine o büyük parayı vermesidir. Kapalıdaki arkadaşını kaçmaya kışkırtmak için her şeyi yapıyor, nöbetçiye görmezden gelmesini söylüyor, kapıyı açık bıraktırıyor, ama ne yaptıysa boşuna..
Yirminci yılın son gecesi arkadaşını öldürecek, sanki o intihar etmiş olacak. Böylece bahsi kazanıp parayı alacak. Bu niyetle sabahleyin gün doğmadan önce arkadaşının kapalı olduğu yere giriyor. Ama içeride arkadaşı yok!.. Pencere de açık! Demek kaçmış. Parayı alacak öyleyse..
Masanın üstünde arkadaşının kendisine yazdığı mektubu buluyor:
“Tek başıma yirmi yılı tamamlamama bir saat kala buradan kaçarak seni bana para ödemekten kurtarıyorum. Çünkü yirmi yıldan beri okuduğum kitaplarla öyle zenginleştim ki, bana vereceğin büyük paranın bile gözümde hiçbir değeri kalmadı. Beni bu sonsuz zenginliğe kavuşturduğun için sana teşekkür ederim..”
(AZİZ NESİN, “Yokuşun Başı / Böyle Gelmiş Böyle Gitmez-II / Özyaşam Öyküsü” , Nesin Yayınevi, 2015)