Simit, Arapça “Samīd” (ince bulgur veya irmik) sözcüğünden alıntıdır…
Arapça sözcük Aramice Süryanice samīdā “un” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Akatça aynı anlama gelen samīdu sözcüğünden alıntıdır.
Akatça sözcük Akatça samādu (öğütmek) fiilinden türetilmiş…
Geçmişi Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar dayanan simit, 13. ya da 14. yüzyılda yazılı olan Hekim Bereket’in Türkçe el yazması tıp kitabı “Tuḥfe-i Mübārizī” adlı eserinin son kısmındaki Tabiat Name’de, 15. yy hekimlerinden biri kabul edilen Muhammed bin Mahmud Şirvani’nin “Kitabü’t-Tabih” isimli eserinde ve 17. yüzyıl gezgini Evliya Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eserinde, yemek çeşitlerinden bahsedilirken simitten bahsetmektedirler.
Ayrıca Evliya Çelebi 1630’lu yıllarda İstanbul’da simit satan 70 işletmenin olduğunu da kitabında yazmıştır…
Simitten bahseden en eski arşivsel kaynak simidin (Istanbul’da) 1500’lü yıllardan beri tüketildiği yazmaktadır. Üsküdar’daki Şer’iyye Sicili’ne göre 1593’te “has undan yapılmış halka biçimindeki bir çeşit ekmek” (Simidi-i Halka) olarak adlandırılan simidin ağırlığı ve fiyatı tarihte ilk kez Osmanlı döneminde standarda bağlanmıştır.
Hatta renginde, 22 ayar Osmanlı altını rengi olması koşulu aranırmış…
Bir rivayette, kervanlarda yolculuk yapanların atıştırmalık olarak yanlarına aldıkları simitleri,
yol boyunca karşılaştıkları kişilere “Simiti’den” aldıklarını söyledikleri için, bu halka şeklindeki yiyeceğin adı simit olarak kalmış.
Tarihte bilinen gerçeklerden biri de, Osmanlı padişahlarının ramazan döneminde verdikleri iftar yemeğinden sonra yolda saf tutan askerlere simit hediye etmeleridir.
Tarihimizde simit, padişah hediyesi olacak kadar değerli bir besin olmuştur.
Bir anlamda da saraylıdır.
Yeniçerilerin bir kolu olan Sekban sınıfındaki fırınlarda çalışan kişiler simitçi olarak adlandırılmaktaydı, ayrıca sarayda özel simitçi ustası olarak çalışan kişiler bulunurmuş.
O dönemde Sarayda un depolarına (Simithane) Padişah Fırınına ise (Simit fırını) denilmiş…
- yüzyılın başlarında Avrupalı Ressamlar eserlerinde simit ve simitçilere sıkça yer vermişlerdir.
Abdülmecit devri İstanbul’unu anlatan yağlı boya tablolarda ve gravürlerinde simit ve simitçiler bulunmaktadır…
Bunlardan bazıları Warvick Goble, Fausto Zonaro ve Jean Brindesi gibi ünlü ressamların, İstanbul’daki günlük yaşamı resmettiği (Constinapolis sokak satıcıları) adlı eserlerinde sıkça görülmektedir…
Osmanlı İmparatorluğu’nun genelinde zamanla popüler bir yiyecek olan simit ve çeşitleri için 1761 yılına gelindiğinde; börekçiler, ekmekçiler ve simitçiler arasında olan rekabet yüzünden İstanbul kadısı “simitçiler ekmek üretemez” hükmünü koymuştur.
Bunun etkisiylede günümüze kadar gelen simit fırınları işletilmiş.
1910 tarihinde simitçiler ilk defa toplanarak dernek kurmuş ve “Ekmekçiler ve Börekçiler” adlı cemiyetin içinde olmuşlardır.
Tarihimizde simit için verilen boşluk sadece 2. Dünya Savaşı’nda olmuştur.
Çünkü bu dönemde un az olduğundan, simit yapımı Devlet tarafından yasaklanmış.
Türkiye dışında hiçbir ülkede üretilmeyen, susam, un, maya ve pekmezden oluşun simidin Üç türü vardır.
‘Taban simidi’
(tıpkı ekmek gibi taş fırına kürekle atılır.),
‘Tava simidi’
(Tavanın içinde pişirilir.),
‘Kazan simidi’
(Az susamlıdır ve parlak görünüşlüdür.)
Simidin şehirden şehire değişen renk ve lezzet farkının sebebi ise “Pekmezleme” adı verilen aşamanın farklı uygulanmasından kaynaklıdır. Pekmezleme işlemi İstanbul’da ‘soğuk’, Ankara, İzmir, Bursa ve pek çok diğer yörede ise ‘sıcak’ olarak yapılır. Sıcak pekmezlemenin özelliği ise Pekmez ve su yaklaşık 1/1 oranında karıştırılır. Halka haline getirilip bağlanmış olan simitler önce bu kaynar pekmezli su içinde bir müddet ön pişirmeye tabi tutulur ve hemen ardından susama bulanıp fırına sürülür.
Derleyen:
Sinan Acartürk
Simitgen,
Etimolojiturkce, turkeyforzenfoodsgroup
Görsel:
Fausto Zonaro, Simitçi, 19.yy., özel koleksiyon. (Artuklu Sanat ve Beşeri Bilimler Dergisi Araştırma Makalesi,
Dr. Hülya Kalyoncu)