Kaygan Zemin
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. BİLİNMEYEN TÜRKİYE GERÇEĞİ

BİLİNMEYEN TÜRKİYE GERÇEĞİ

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Uğruna can verdiğimiz bu topraklar Batılılar için uğruna can alınacak yerlerdir. Ancak maalesef bizim insanımızın kıt bilgisi bunu pek algılayamaz veya algılamak istemez. Birileri bu topraklarda kendi geçmişini aramaktadır. Hem de kendi medyasında bağıra çağıra, bizimkilerde bir gazetenin iç sayfalarında bir kaç satır olarak…

EVVELA ATLANTİS’DEN BAŞLAYALIM

Bundan yaklaşık 2360 sene öncesinde bizimkilerin Eflatun dedikleri Platon, Timaeus ve Kritias isimli iki eserinde dedesi Solon’un Mısır’a yaptığı bir gezi sırasında Mısırlı Rahiplerden duyduğu batık kıta öyküsünü kendisine anlsttığından bahsetmişti. Mısırlı rahipler Solon ve onun nezdinde antik Yunan bilgisi ile alay ederek Atlantis tarihini unuttuklarından ve dünyanın ara sıra kıyametler yaşadığından söz açmışlardır. Kanunkoyucu (yani Senato üyesi) Solon Yunanistana dönünce küçük Platon’a bilgilerini aktarmış o da yıllar sonra bunu eserlerine geçirmişti.

Platona göre Atlantis tam bir cennet ülkesiydi. Etrafındaki ülkeler henüz taş devrini yaşarlarken o nerede ise kendi zamanındaki medeniyet seviyesinde yaşıyordu. Büyük kanallar vasıtası ile ülke besleniyor, böylece hem tarım hem de denizcilik üst seviyede yürütülüyor, halk büyük bir refah içinde yaşıyordu. Daha sonra bir gecede büyük bir felaketle Atlantis sular altında kalmıştır. Öykü bu kadardı ancak daha sonra bir kısım hayalperestlerin eklemeleriyle Atlantis Uzay Çağı ülkesine döndü. Ülke lazer tabancaları ile gezinen, altında son model uzay taşıtları bulunan ve kristal kürelerle enerji ihtiyacını fazlasıyla karşılayan bir hayal ülkesine dönüşecektir. İnsanın hayal gücü eklemeler yaptıkça amaçtan da uzaklaşılmaya başlandı. 2360 sene içinde Batık Kıtaya ilişkin yüzbinlerce kitap sayısız makale ve haber yapıldı. Yapılmaya devam ediyor. Amerikada yapılan bir araştırmada “sizce bir gazetenin en önemli manşeti ne olabilir?” sorusuna insanların çoğu “Atlantis Su Yüzüne Çıktı” cevabını vermişlerdir. Yani artık insanların genetik koduna işlenmiş bir Atlantis idesi vardır.

 

En son İsviçreli Eberhard Zangger isimli bir araştırmacı 1992 senesinde Atlantis ülkesinin aslında Truva’nın altında yatmakta olduğunu ileri sürdü. Almanya Yerbilimleri ve Maden Enstitüsü BGR’nin jeofizikçiler, mineraloglar, madencilik uzmanlarından oluşan araştırmacıları Çanakkale’nin Batısında Paleolitik dönemde yer alan Atlantisin sırrını çözmeye çalışmaktadırlar. “Paleolitik bir bölgenin rekonstruksiyonu” ismini verdikleri projede Klaus Peter Sengpiel başkanlığındaki bilim adamları Atlantis kıtasının sırrını çözmekte oldukça iddialılar. Onlara göre Zangger’in “Atlantis aslında Truva’dır” görüşü efsaneyi en iyi anlatan ve açıklayan teoridir.

 

Atlantis aslında Batılılar için hayati öneme sahip bir kavramdır. Çünkü kendini Yunan Medeniyetinin devamı olarak gören Batılılar geçen on yıllar içinde Grekler tüm bilgi ve fikirlerini Doğulu ülkelerden aldıklarını ve hatta o çok övülen Yunan zekasının aktarırken bile algılama sıkıntısı içinde işi hurafeye döktükleri ortaya çıkmıştır. Böylece batılılar medeniyeti Doğudan almış olmanın ezikliği içinde çırpınmaya başladıkları bir anda ortaya Atlantis fikri çıktı. En eski medeniyet Atlantis olmalı ve Mısır, Maya, Uygur ve hatta Afrika Medeniyetleri hep onun kırıntılarıyla kurulmuş olmalıydı. Önce Yunanistan cıvarında aradıkları batık kıtanın şimdilerde Ege bölgesinde olduğu savunulmakta… Yani Yunanistan’a çok uzak olmayan bir noktada.

 

Ama unutmamak lazım ki Hititlerin ilk ortaya çıkarıldığında büyük bir heyecana kapılan Batı kendi medeniyetini yaslamayı beklediği ve toprağa vurulan her kazma darbesinin manşet haber yapıldığı kazılardan sonra bunun da bir Doğu Toplumu olduğunu öğrenmesi ile Hitit hayranlığının bir anda bitmesi gibi Atlantis’te de aynı hüsranla karşılaşması pek muhtemeldir. Atlantis vardıysa ve Batı medeniyetini temsil ediyorsa ne ala…

 

Son zamanlarda yapılan tüm Atlantis araştırmaları Türkiye ve Kıbrıs üzerine yoğunlaşması rastlantı olmaktan çok öte bir anlam ifade etmektedir.

 

ADEM VE HAVA’DA ANADOLU İNSANIYDI

 

Gerek Hristiyanlık ve gerekse de Yahudilik için Anadolu’daki bir başka önemli kök araştırması en eski insanın varlığı üzerinedir. Tek tanrı dinlerinin tarihinde Adem ile Hava ilk taşı oluşturmaktadırlar. İslami yaklaşımdan farklı olarak bu iki dinde ilk insanın yaşadığı Cennet aslında dünya üzerinde bir çoğrafya parçasıdır. Neresi mi?

 

Eski Ahit de denilen Tevrat aslında dini bir kitap olmaktan çok bir tarih kitabı kimliğindedir. Evrenin yaratılması ile başlayan kitap ilk insanlar ve peygamberler tarihiyle başlayarak İsrail tarihine dönüşerek devam eden oldukça uzun ve kendi içinde tutarsız bölümler bulunan derleme bir kitaptır. Bu kitaba göre Tanrı evreni ve dünyayı yarattıktan sonra bir bahçe oluşturur. Eden denilen bu bahçeye Adem ile Havayı yerleştirir. Tevrata göre Cennet-Eden’den dört nehir çıkmaktadır. Dört kolu olan bu nehirlerden ikisi Fırat (Euphrates) ve Dicle’dir (Tigris). Diğer iki nehirin ne olduğu veya neresini gösterdiği tartışmalı olmakla birlikte anlatılan Cennetin Türkiye’de güneydoğuda olduğu tartışmasızdır. Batılı bilim adamları daha öncesinden daha hararetli bir şekilde harıl harıl Cenneti aramaktalar. Güneydoğu Olayları ile bu araştırmalar arasındaki bağ sosyologları ve tarihçilerin ilgi alanında olduğundan o konulara girmiyoruz.

 

TUFAN DA BU TOPRAKLARDA OLDU

 

Adem ve Hava’nın sekiz göbek neslinin içinde herkesin yakından bildiği Nuh peygamber vardır. Nuh peygamber İKİNCİ ADEM olarak bilinir. Dini anlatıya göre Nuh’un 600 yıl gibi uzun bir süre devam eden yaşamı içinde insanlar iyice sapıtmışlardır. Artık Tanrı korkusu ortadan kalkmış ve edepsizlik alıp başını yürümüştür. Tam bu sırada Nuh’a bir vahiy gelir ve gemi yapmaya başlar. Bir yandan gemi inşa ederken bir yandan da insanları uyarmaya çalışır. Ancak yakın çevresinden bile alaycı tepkiler alır. Sonrası herkesçe malum…

 

Hristiyan araştırmacılara göre gemi Ararat yani Ağrı dağındadır. Oysa Tevratta Ararat( Ağrı) Dağı’ndan değil Ararat Dağlarından (Bölgesinden) bahseder. Bu tanım Ağrı dağı dışında Cudi’yi de çağrıştırmaktadır ki, İslami inanış bu yöndedir. Bölgede yapılan araştırma ve folklorik incelemeler de Cudi dağını göstermektedir. Tevratın tahrif edilmeden öncesindeki yazmalarında Ararat değil Gordi (Cudi) isminin geçtiği de söylenir. Ancak Avrupalı ve Amerikalı bilim adamları Ağrı Dağında ısrarcıdır. Bir dönem Batı destekli terörün Cudi dağında çöreklenmesinin sebebini de strateji uzmanlarına bırakalım…

 

TÜRKİYE’NİN KARADENİZ KIYILARINDA BİR ŞEYLER

 

Arkeolog Fredrick Hiebert, 1994 yılında Türkiye’nin Karadeniz kıyılarında su altındaki antik uygarlıklara ait kalıntıları incelemek üzere bir araştırma gezisine çıkmıştı. Bu gezide yöre halkı da Karadeniz’in derinliklerinde “bir şeyler” olduğuna dair hikayeler anlatmıştı. Bir kaç yıl süren öncü araştırmalardan sonra, Karadeniz’in oksijensiz derinliklerinde batıkların ve hatta mumyalaşmış insan kalıntılarının olduğuna kanaat getiren Hiebert, asıl araştırmayı başlatmaya hazırlanıyor.

 

Karadeniz’in dibinde yapılacak çalışmalar Bronz Çağı, Roma ve Bizans dönemleri ve Hıristiyanlığın Rusya’ya yayılmasıyla ilgili önemli ipuçları verecek. 27 Temmuz’da [2009] başlayacak olan iki haftalık ekspedisyon 5 milyon dolarlık bütçe ile destekleniyor.

 

Karadeniz günümüzden 7500 yıl önce, tatlı su iken meydana gelen büyük bir deprem ve artçı sel felaketleriyle tuzlu su doldu. Bunun sonucunda bir çok canlı ölürken kıyı bölgeler de sular altında kaldı. Bazı bilimadamları bu sel felaketinin kutsal kitaplardaki ‘Nuh’un Gemisi’ hikayesi ile bağlantılı olabileceğini savunuyor. Hiebert’in amacı da zaten bu sel felaketinden sonra sulara gömülen Karadeniz uygarlıklarını ve bu felaketin kutsal kitaplarla bağlantısını ortaya çıkarmak.

 

Ekspedisyon ‘telepresence’ yöntemiyle tüm akademik çevreler tarafından izlenecek. Titanik’in batığını bulan Robert Ballard da University of Rhode Island’da kurduğu Karadeniz Enstitüsü’nden ekspedisyona bağlanacak. Batıklara ulaşıldığında, dalgıçların çekeceği batık görüntüleri ve diğer sualtı ekspedisyonları da webkameralarından internette gösterilecek.

 

Arkeologlar ve okyanusbilimcilerden oluşan ekip, çalışmalarına antik çağlarda en önemli ticaret limanı ve kültür kenti olan Sinop’tan başlayacak. Bilimadamları Sinop’un antik dönemde Kırım’a zeytinyağı, bal ve demir ihraç ettiğini; karşılığında şarap aldığını belirtiyor. O dönemde, demirin havuç inceliğindeki kavanozlara yerleştirilerek ihraç edilmesi dünyadaki ilk paketleme teknolojisi olarak niteleniyor. Bilimadamları Sinop’un Güney Karadeniz’in kuzeye en yakın noktası olduğunun antik çağ denizcileri tarafından da bilindiğini ve bu nedenle Anadolu’nun kuzeyde en işlek limanı olduğunu belirtiyorlar.

 

Karadeniz’in derinliklerinde oksijen bulunmadığı için bu noktalarda bulunabilecek herhangi bir batık ya da insan kalıntısı, bilimadamlarına göre “kusursuz” bir durumda olacak. Oksidasyonun yok denecek kadar düşük olması nedeniyle, insan cesetlerinin neredeyse öldükleri günkü görünümlerini muhafaza ettikleri ihtimali herkesi heyecanlandırıyor.

 

Daha önce bulunan ve Batık D adı verilen gemi, Karadeniz’in oksijensiz sularında o kadar güzel korunmuştu ki, geminin gövdesindeki işlemeler ilk günkü gibi parlıyordu.

 

Arkeologlar bu deniz kazılarında antik gemi yapımı ve ürünlerin yüklenmesi üzerine de bir çok bilgiye ulaşacak. Florida State University’den deniz arkeoloğu Dr. Cheryl Ward bu gemilerde “mürettebatın yolluğu olarak üzüm, mercimek bulunabileceğini aynı zamanda ticareti yapılan ipek ve diğer müceverhata rastlanabileceğini” söyledi.

 

SİNOP AÇIKLARINDA BİR UYGARLIK MI?

 

Arkeologlar Sinop açıklarında yaklaşık 120 metre derinlikte 7500 yıllık bir uygarlığın kalıntılarına ulaşmayı hedefliyorlar. Bilimadamları sözkonusu kalıntıların burnun ucunda bir balıkçı yerleşimi olduğunu ve Karadeniz sularının 7500 yıl önce yükselmesi sonucunda tüm köyün sular altında kaldığını savunuyorlar.

 

HERKÜL ROBOTU

 

Herkül robotu ilk kez Karadeniz’de kullanılacak.Ballard ve ekibi 2 metre büyüklüğünde ‘Herkül’ adlı bir robot geliştirdiler. Herkül önce sualtına girerek köyün içinde dolaşacak, uzaktan kumanda ile kontrol edilen robot, köyden parçalar toplayarak onları güverteye çıkaracak. Ekspedisyon başkanı Profesör Hiebert, “projenin deniz arkeolojisinde bir çığır açacağını” vurgulayarak “başarılı olmaları durumunda tüm kıyıların deniz ekspedisyonlarına açılacağını” belirtti.

 

Şimdilik oldukça tartışmalı olmasına karşın, bu ekspedisyon ‘Nuh’un Gemisi’ ile ilgili ipuçları verebilir. Bilimadamları, günümüzden 7500 yıl kadar önce, tüm dünyadaki suların yükselmesi sonucunda Akdeniz’in taştığını ve Marmara’yı aşarak bir göl olan Karadeniz’i doldurduğunu düşünüyor. Deyim yerindeyse bu sel felaketi, suları o derece yükseltti ki, Karadeniz 160 metre kadar yükseldi ve 160 bin kilometre kare kadar alan (Türkiye’nin 5’te biri) sular altında kaldı. Yakın zamana kadar bilimadamları bu selin 9000 yıl önce meydana geldiğini ve uzun bir zaman diliminde gerçekleştiğini düşünüyorlardı. Ancak deniz jeoloğu Walter Pitman ve William Ryan, 1997’de, bu selin 7150 yıl önce ve aniden meydana geldiğini kanıtlayan makalelerini yayımladılar. Bu makale bilim dünyasına bomba gibi düştü ve dikkatleri kutsal kitaplardaki ‘Nuh Tufanı’na çevirdi. Bilimadamları, her ne kadar doğal bir olayın antik metinlerle açıklanmasına ehemmiyet vermeseler ve Nuh’un Karadeniz’de değil Mezopotamya’da yaşadığına dikkat çekseler dahi, 27 Temmuz’da Sinop’tan başlayacak bu ekspedisyona şimdiden ‘Nuh’un Gemisi’ adı takıldı bile.

 

 

BABİL KULESİ; BİZİM KULEMİZDİR GİTMESEK DE GÖRMESEK DE

 

Amerikalı araştırmacı Ron Wyatt 1990 senesinden bu yana Babil Kulesinin Türkiye toprakları üzerinde olduğunu iddia etmekte ve Nuh’un gemisi ile birlikte Kuleyi de aramaktadır. Nedir bu kulenin öyküsü?

 

Tevrata göre Tufandan sonra Nuh’un üç oğlundan oluşan (bunlar aynı zamanda üç ırkın babalarıdır) nesiller zaman içinde öncekiler gibi dinden imandan uzaklaşmaya başlamışlardır. Fırat ve Dicle arasında bir bölgede oldukları anlaşılan bir kısım insanlar daha sonra Nemrut önlerine ve hatta Şinar Vadisine kadar yayılmaya başlarlar. Şinar yüksek dağlar arasında bulunan bir düzlüktür. Yeni nesil arştırmacılar henüz yeri tespit edilemeyen Şinar Vadisinin Doğu Anadolu Dağlarının Güney Doğu’ya doğru sona erdiği bir yerde olduğu konusunda kendilerinden oldukça eminler. Böylece Nuh’un üçüncü kuşak nesilleri Tanrıya ulaşmak amacıyla büyükçe bir kule yapmaya karar verirler. Kullanılan malzeme kerpiç, kireç ve zift olacaktır. Tam Anadolu halkına göre.. Ancak Allah kendi işine karışmasına kızarak kuleyi yıkar ve insanları cezalandırır; bir daha bir araya gelmemeleri böyle bir girişimde bulunmamaları için değişik ırklara ve dillere ayırıp dünya üzerine yayar. Bugünlerde Birleşmiş Milletler ve Tek Avrupa fikrine karşı çıkan bazı tutucu çevreler hep Babil Kulesinden dem vurmaktadırlar..

 

Babil kulesini Türkiye’de araştıran Wyatt ilginç bir tespitte bulunmaktadır: “Herşey Türkiye’de başladı, insanlık burada yeniden doğdu. Dillerin Tanrı tarafından karıştırılmasından sonra ortaya çıkan çeşitli milletlerin kalıntıları hala bu ülkede görülebilir” .

 

Bir başka araştırmacı olan İngiliz arkeolog Michael Sanders Babil kulesinin yeri konusunda farklı bir nokta göstermektedir. Eski incil metinlerini dikkatlice inceleyen Sanders, “Targum Jonathan” isimli Aramicede yazılmış bir metinde Babil Kulesinin Roma döneminde Pontus Bölgesinde olduğunu okumuştur. Bahsi geçen bölge Güneydoğu değil Karadeniz bölgesidir. Aramice Hz. İsa’nın kendi döneminde konuştuğu dildir. Sanders iddiasına NASA’nın uzaydan çekmiş olduğu Karadeniz bölgesine ait fotoğrafları kanıt olarak göstermektedir. Ancak işin ilginç yanı Babil kulesinin tam yerini o da bilememektedir. Bu bölgede kazılar yapmak üzere çalışmalarda bulunan tek kişi Sandersz değildir. Titanik gemisinin yerini saptayarak şöhrete ulaşan Robert Ballard’da Babil Kulesini Türkiye’de arayanlar arasında önemli isimlerden biridir.

 

İBRAHİM PEYGAMBER DE TÜRKİYE’Lİ MİYDİ?

 

Babil’den dünyaya dağılanlar arasında İbrahim peygamber ve karısı Sara da vardı. İbrahim Peygamberin gerek Musevilik ve gerekse İslam için önemini anlatmanın her halde bir anlamı olmayacaktır. İbrahim peygamber bütün peygamberler içinde en çok adı geçenlerdendir. O sadece bir peygamber değil aynı zamanda bir toplumun babasıdır. Tek tanrı dini onun ile belli bir forma sokulmuştur. Kurban adeti onun döneminde vahyolunmuştur. Sünnet de onun zamanında “ilk şart” olarak kabul edilmiştir.

 

Hz. İbrahim Filistin’e göç edene kadar Harran’da ikamet etmiştir. Harran ve peygamberler diyarı Urfa tek tanrı dinlerinin en önemli ikinci mekanıdır. Dünyanın bilinen ilk üniversitesinin Harran’da olması da bir rastlantı değildir.

 

Ancak Urfa ilinin doğusunda bulunan iki şehir vardır ki, bunlar çok önemlidir: Sumatar ve Şuayıpşehri. Eski Ahide göre Mısır’dan kaçan ibrahim ailesi ile birlikte Midian’a gelir. Midian bugünkü Sumatar ve Şuayıpşehri’ni kapsayan bir alandır. Sumatar kuyuları ile ünlü bir kentti ki, o dönemde bunun değerini anlatmak bizim için imkansızdır. Bölgenin rahibi olan Şuayip (İncillerde Jethro ismi ile geçer) bu kentte oturmaktaydı. Tevrata göre kızlarını hergün koyunlarını ve hayvanlarını sulatmaları için Şuayipşehrindan Sumatar’a gönderirdi. 8 kilometrelik bu mesafe hergün en az bir kez geçilirdi.

 

Sumatara gelen kızlara bir gün su verilmez. bunun üzerine orada bulunan hz. Musa kızlara yardımcı olarak su almalarını temin eder. Suayip bu durumdan pek memnun kalır ve Musa’nın yanında 7 yıl çobanlık yapması karşılığında onu kızlarından biri ile evlendireceği sözünü verir. İncillerde Midian olarak geçen bu kavim Kur’anda Medyen olarak bilinir. Pekiyi bu yerin ne önemi vardır?

 

Eğer Suayipşehri ve Sumatar’ın tam yerleri tespit edilebilirse, Musa’ya On Emrin geldiği ve tablete geçirildiği yerler de kolayca tespit edilebilicektir.

 

İş bunlarla bitmiyor. Urfa’da kutsal kefeni ve Mandylon’u (İsa’nın suratının şeklinin çıktığı mendil büyüklüğünde olduğu zannedilen ve bizdeki mendil kelimesinin kökeni olan bez portre) arayanlar mı, Gizli Bilgelik Okulunu arayan Gurdjieff ve Ouspenski gibi büyük okült ustatları mı, Gnostik toplumlara ulaşmaya çalışan hacılar mı dersiniz daha saymakla bitmez..

 

Anadolu üzerinde Meryem Ananın mezarından Yedi uyurlar mağarasına kadar, Zulkarneyn settinden Nuh’un Gemisine kadar bir çok mistik ve dini değeri arayan binlerce yabancı gezinmektedir. Hem de başka hiçbir ülkede bulamayacakları bir rahatlık ve konforla…

 

Bu topraklar sadece kil, kum ve humustan oluşmuyor. Burada İnsanlığın Anıları var. Aslında bize ait olanı tıpkı Truva’da olduğu gibi bilinçsizce yabancılara bırakmayalım.

 

(Lütfen bu yazıyı https://saklisite.wordpress.com adresi kaynak gösterilmeden kullanılamayınız)

BİLİNMEYEN TÜRKİYE GERÇEĞİ
Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Medyazar ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!