Her birine teşekkür ve minnet borçlu olduğumuz, Afyonkarahisar tarihini ve kültürünü inceleyen çeşitli kaynaklar olmasına rağmen, bu topraklarda Türk yerleşiminin nasıl olduğuna dair, çok az ve dağınık bilgi vardır. Bu sebeple; Geleceğe ışık tutması düşüncesiyle, tarihi sürece dair, önemli dönüm noktalarını içine alan genel bir bilgilendirmenin yanında, ana hatlarıyla Türk boylarının bu topraklara yerleşmesiyle ilgili bilgilere ağırlık verileceği notuyla başladığımız yazımızda; Opium, afium, afion, Afyon, Hapanova (Yüksek Tepe şehri), Akronium, Akroenos, Karahisar, Karahisar-ı Devle,(Hisar-ı Devlet- Devletin Karahisarı), Karahisar-ı Sahip, (Vezirin Karahisarı) ve Afyonkarahisar olarak anılan coğrafyaya verilen isimlerle, en eski geçmişe sahip toprakların kökleri, ulaşabildiğimiz kaynaklara göre incelenecektir.
Bu ad, Tarihi geçmişi neolitik çağa kadar uzanan Synnada’da (Bu günkü Şuhut ilçesi) bulunan ve ilk olarak M.Ö 2. yüzyıla tarihlenen bir sikke üzerinde, Opium olarak ortaya çıkar ki, bu buluntu artık daha ayrıntılı tarihi sürecin de başlangıcıdır.(1*)
Latince haşhaş bitkisinin özsuyu için kullanılan ‘’opium’’ kelimesi zaman içinde halk dilinde teleffuz değişikliğine uğrayıp, Afyon olarak söylenirken, sonraki yüzyıllarda üstünde yaşam bulan devletlerce verilen yukarda naklettiğimiz isimlerle devam etmiş, içinde bulunduğu coğrafyadaki önemi ve özellikleri nedeniyle Selçuklu Türklerinden itibaren Karahisar, Osmanlı’dan itibaren de, Şeriye Sicillerine göre ilk kez 1651 yılında ve daha sonra da,Tahrir kayıtlarında özgün hali olan Afyonkarahisar olarak şekillenmiştir.
Afyonkarahisar’ın tarih öncesi çağlarına ilişkin ilk bilgilere, Hititlerin merkezi, Hattuşaş ve Bugünkü sandıklı ilçesi sınırlarında olan Kusura (Kussar) höyüğünden elde edilen bilgilerle ulaşılmıştır.Bu verilere göre, bilinen tarihi süreçte; Afyonkarahisar’ın bulunduğu toprakların ilk olarak Anadolu’nun batısında Ege Bölgesinde bulunan Arzava Krallığı içinde olduğu ve bu krallığın atadığı, yada ona bağlı beylerin idaresinde yaşadığı anlaşılmaktadır.
Daha sonra ise, Arzavalılar ile Hititler arasında Hatuşaş-(Boğazköy)-Efes, kral yolu üzerinde çıkan sorunlar sonucu, Hitit Kralı 2.Murşil’in Arzava’ya sefer düzenlediği ve bu sefer sırasında, yolu üzerindeki Afyonkarahisar topraklarının da Hititler tarafından alındığı, Hatuşaşta yapılan kazılarda bulunan tabletlerden elde edilen bilgilerden ortaya çıkmıştır.
Arzavalılardan sonra, M.Ö. 1800-1200 yılları arasında Afyonkarahisar topraklarını bölgeye tamamen hakim olan, Hitit İmparatorluğu’nun sınırları içinde görüyoruz. Hititler Anadolu’da Afyonkarahisar’ın da içinde bulunduğu, Hitit Krallığını kurup, bölgeye uzun süre hakim olan ve imar ederek yerleşimi netleştiren unsurlardan birisi olmuştur.
Kusura(Kussar) Höyüğünde ilk araştırmaları yapan Oxford Üniversitesi arkeologlarından Miss. Winifred Lamp tarafından yapılan kazılardan elde edilen veriler, tarih itibariyle,erken Tunç çağı ile, Bakır Çağına kadar giden bir dönemi yansıtmaktadır. Hattuşaştan sonraki en büyük yerleşim yeri olarak kayıtlarda nakledilen Kussor ve yine bugünkü İhsaniye ilçesi yakınlarındaki yenice Höyüğünden çıkartılan buluntular, yaklaşık MÖ. 3300 -2800’lere kadar küçük farklarla, Kalkolitik çağın çeşitli zaman dilimleri arasındaki bir geçişe tekabül eder ki, kaynaklar bu toprakları yaklaşık 5.000 yıllık bir tarihi geçmişe götürmektedir. (2*)
Kusura’nın yanında, Alaca höyük ve civarındaki höyüklerde yapılan kazı çalışmalarında, Hititlerin başlangıç ve sonraki dönemlerine ait çok sayıda eski Hitit mezarları, sikke ve tabletler ile Hitit dönemine ait kale sur parçaları ve sair buluntulardan, Hitit Devleti’nin büyüyerek M.Ö. 1300’lerde başlayan bir İmparatorluk haline geldiği, Kussar’ın Hatuşaş’tan sonra ikinci büyük yerleşim merkezi ve krallığın Anadolu’daki batı sınırının da Afyonkarahisar topraklarını içine aldığı sonucuna ulaşılmaktadır.
Elde edilen bilgiler, tarihler yaklaşık M.Ö. 1344 lerde, Hitit kralı 2.Murşil’in o dönemin en uzun ticaret yolu üzerindeki hakimiyet sorununu gidermek ve (Boğazköy-Efes) Hitit ticaretine açmak amacıyla Arzava üzerine bir sefer düzenlediğini ve bu sefer sırasında, yolu üzerindeki Arzava’ya bağlı, Mira, Kuvalya, Seha ve Vilussa adlı küçük beylikleri de denetimi altına aldığını, bu sefer sırasında askerlerinin güvenlik içinde kışı geçirmesi için, bu topraklarda sarp kayalardan oluşan tepe üzerinde, tüm ihtiyaçları karşılayacak şekilde Hapanova (Yüksek Tepe) olarak adlandırılan bir kale ile, Emirdağ, Hisar köyü yakınındaki Amorion kalesini de yaptırdığını göstermektedir.
Bu kaynaklar, Afyonkarahisar kalesini (M.Ö.1350) ilk defa yaptıranın Hitit imparatoru 2.Murşil olduğunu ortaya koymaktadır. Belli bir ihtiyaç ve plânlamanın sonucu olarak inşa edildiği anlaşılan kalenin yapılmasıyla,Hititler sonraları ‘’Kral Yolu’’ adını da alacak olan, bu yol üstündeki Hapanova adını verdikleri bu kaleden başlayarak, Sivrihisar(Spalya),Emirdağ (Hisarköy), Bolvadin ve Dinar üzerinden Ege’ye ulaşacaktır.
Adını ilk defa ‘’Synnada’’ antik kentinde bulunan sikkelerde gördüğümüz haşhaş (Opium-Afyon)’dan alan Afyonkarahisar, ilk defa bu dönemde Hititlerin Haponova adını verdikleri bir kent olarak tarihsel süreçte yerini alır. Hititlerin sahneden çekildikleri, M.Ö. 1200 yıllarından itibaren Frigler (M.Ö. 1200-546) dönemi başlayacaktır. Hititlerin yıkılışında rol alan Firiglerin orta Asya kökenli bir topluluk olduğu ve Karadeniz’in kuzeyinden Trakya’ya kadar gelerek Çanakkale’den geçip önce şimdiki Bursa ve İzmit civarına yerleştikleri, Çanakkale bölgesindeki Truva(Troya) şehrini kuran Tor’larla yakın ilişki içinde oldukları ve Kızılırmak ile Sakarya nehri boylarına kadar yerleştiklerini Afyonkarahisar müze müdürlüğü de yapan tarihçi Süleyman Gönçer nakleder .
Bu nakle göre Firigler, eski çağ Orta Asya Türk boylarındandır.Türk olduklarına dair verilen delilde, eski Türklerin dini olan Şamanizim’de 12 burç ve bunlara adını veren 12 hayvan adının boylara verilerek, boyların da Ongun olarak o ad ile anılması gösterilerek kökeni anlatılır. Çin kaynaklarında Hiyonikno (Koyunlu)devleti ve bunun alt boylarından gelen Ak koyunlu, Kara koyunlu, Ak ve Kara Keçili, Ala yuntlu (Ala atlı) vs.adındaki boylarda olduğu gibi,Tiftik Keçisinin adı olan Filig-Firig de, bir Türk boyunun ongunu ve adıdır. İşte bu Firiglerin Anadolu’ya yerleşmesinden sonra tiftik keçisi Firigler den yayılmıştır. Gönçer, Filig ile firig arasındaki ilişkiyi yün ile koyun arasındaki ilişki şeklinde tarifleyerek, Selçuklu ile birlikte Oğuz Türkmen boylarının Anadolu’ya gelişinden çok önce, Sakarya’nın kaynaklarından biri olan pörnek çayı etrafından (Emirdağ ilçesine yakın bir yer) Firigli köyü bölgesine yerleştiklerini ifade etmektedir, ancak bu bilgiye başka kaynaklarda rastlanmamıştır. (3*)
Frig’ler zamanla güçlenir ve Anadolu’ya yayılmaya başlar. Bu dönemde Hititlerin hakimiyetine son vererek, Afyonkarahisar topraklarına da sahip olurlar. Gordion’u(Yassıhöyük) başkent yapan Frigler’in Afyonkarahisar’daki izlerine; Afyon, Eskişehir, Kütahya üçgeni arasında bulunan Frig vadisi denen kayalık ve ormanlık bölgeyle, güneye doğru uzanan, bugünkü Sandıklı ovasına yayılmış olan Koçhisar (Hierapolis), Karasandıklı (Bruzeus), Menteş (Stekteriom) ve Yanıkören (Otreus) gibi, önemli yerleşim merkezlerini de içine alan antik kentlerle, Elmalı’ya (Antalya) kadar rastlanır.
Sonraki dönem kazı ve araştırmalarda, bilinenin aksine, ünlü Frig kralı Midas’ın mezarı olarak bilinen Gordion (Yassıhöyük)daki mezarın Midas’a ait olmadığı ortaya çıkarken, bu günkü süğlün (söğütoluk)yakınlarında, kral Midas ve onun kurduğu şehirlere ilişkin fikir veren sikkeler ve Sülümenli beş kuyu mevkiindeki kazılarda Midas’a ilişkin bir heykel bulunmuştur.
Günümüze kadar ulaşan yerleşimlerde tespit edilen Frig mihrabları, Frig sunu çukurları, Frig basamaklı sunağı yanında, kayalıkların zirvesine kazılan Frig kaya tapınaklarında da rastladığımız eserlerden, burasının Frigler döneminde siyasi öneme sahip olmasının yanı sıra, dini bir merkez olarak kullanıldığı da anlaşılmaktadır.
Bu topraklarda, Yazılı kaya (Midas’ın Şehri)dan başka, ihsaniye Üçler kayası bölgesinde bulunan aslan ve Kiybele (Tanrıça Kibele) kabartmalarıyla süslenmiş Aslanlı kaya ile, yine aslan kabartmalı bir anıt mezar görünümünde olan Aslantaş, Friglere ait eserlerdir. Bugün Afyokarahisar’ın merkezindeki Kumalar dağ silsilesi’de adını, içinde Frig çağına ait Men tapınağında bulunan iki kişilik mezardan almıştır.
Frig’lerin genel olarak bu topraklara Sineda(synnada) ismini verdiklerini söyleyen bazı kaynaklara rastlanmışsa da, Synnada’nın yukarda anlattığımız gibi, daha ziyade Şuhut tarafındaki yerleşim yeri olduğu sabittir.
Zira; Firig’lerin hakanı Otrenin oğlu Akamas ile Truva(Troya) Kralı Piriyam’ın oğullarından Paris’in Ahiya (Aka) Kralı Menaleos’un karısı Helen’i kaçırmalarıyla başlayan ve yenilgiyle sonuçlanan, meşhur Troya savaşından sonra Akamas’ın bu günkü Şuhut ilçesinin bulunduğu yere çekilerek kurduğu şehrin adı Synnada dır. Süleyman Gönçer, buna ait kaynağın da, Biritish Museum sikke koleksiyonunda, siynnada sikkeleri adı altında yer aldığını nakletmektedir. (4*)
Yaklaşık M.Ö. 660’lı yıllardan itibaren kuzeydoğudan gelen Orta Asya İskit kökenli Kimmer’lerin saldırılarına uğrayan Frig’ler, bu istilaya dayanamayacak,son kral Adrast Lidyalılara sığınınca Kimmer ler Lidyalılarla karşı karşıya gelecektir.
Lidya kralı Giges M.Ö.665 Kimmerleri durduracak, ancak yeni Kimmer hanı Toktamış’ın kilikya bölgesindeki savaşlarda ölmesi sonucu, Manisa bölgesindeki Sart antik kentini merkez edinen Lidyalılar (M.Ö. 660-546) Friglerden sonra Dinar, Dazkırı bölgesiyle ile Burdur iline kadar kısa bir süre hakim olacaktır.
Kimmer’lerin Frig egemenliğini yıkmasından faydalanan Lidyalılardan sonra, M.Ö.546 yılında İran’dan gelen Perslerin Anadolu’ya egemen olmasıyla birlikte, Lidya dönemi de tarihten tamamen silinecektir. Şehrin güney kesimlerinde bu döneme ait izler (Kral yolu üzerinde) ortaya çıkarılmıştır.
M.Ö. 6.yüzyıl başlarından itibaren Persler (Akamenid) (M.Ö. 546-333) olarak adlandırılan devlet, Anadolu’ya girmeye başlamış ve Dinar (Geleneia) bölgesini bir nevi eyalet merkezi yaparak M.Ö. 546 yılından itibaren de bölgeye egemen olmuşlar, hatta batıda Makedonya’ya kadar olan bütün toprakları ele geçirmişlerdir.
M.Ö.6. Yüzyılda tüm Anadolu ile birlikte Pers egemenliğine geçen bölge, Persler M.Ö. 334 yılında 3.Darius’un komutasında, Büyük İskender’le yapılan savaşta yenilince, bütün hakimiyet alanını olduğu gibi bu toprakları da kaybedecektir. Aslında,M.Ö. 336’da Makedonya kralı Flip, ile başlayan büyük hellen düşüncesinin bir sonucu olarak Persler le, Büyük iskenderin karşılaşması kaçınılmaz olmuştur.
Fliple başlayan M.Ö. 333-281yılları arasında Hellenistik dönem olarak ta adlandırılan bu dönem, Kral Filipin ölümü ve yerine oğlu Büyük İskender (Alexandros)’in geçmesiyle, Gordion’un düğümü ile ilgili olarak anlatılan efsanedeki, Asya’yı fethetme düşüncesi şekillenecektir.
Bunun sonucu güneye inen Büyük İskender, M.Ö. 334’te yapılan savaşta 3. Darius komutasındaki Pers ordusunu yener ve Hayber geçidi yolu ile Hindistan’a kadar ulaşan bir seferler serisi başlar. Doğu ile batıyı birleştirmek adına çıkılan bu seferlerin sonucu, Perslerin de Anadolu toprakları üzerinde yıllarca süren hakimiyeti de sona ermiş olacaktır.
Büyük İskender’in M.Ö. 323’te Babil’de ölmesiyle, komutanların birbirleriyle iktidar mücadelesi başlayacaktır. Mısır, Babil, ve Makedonya’ya sahip olan Selevkos ile, Anadolu topraklarında hâkim durumdaki komutan Antigonos arsındaki mücadele M.Ö.301’de İpsos’da (Bugünkü Çay ilçesi topraklarında) yapılan savaşa neden olacak ve galip gelen komutan Babil hâkimi Selevkos, M.Ö. 282’de Batı Anadoluyu ele geçirecek, Büyük İskender ile Makedonya İmparatorluğuna katılan topraklarda, onun ölümünden sonra Selevkos krallığının dönemi başlayacaktır.
Batıda ise, her gün büyüyen bir devlet olarak Romalılar vardır. Romalıların kaçınılmaz olarak Asya’ya doğru büyümeleri de, Selevkoslarla karşılaşmaları da, bu devirde başlamıştır. Ön Asya’da kuvvetli bir devletin bulunmasını imparatorluk geleceğine ait hedefleri bakımından bir tehlike olarak gören Romalılar, Selevkosları M.Ö. 191 yılında Magnesia (Bu günkü Manisa bölgesi) yenerek, Afyonkarahisar’ı da kapsayan iç Ege’den, Torosların güneyine uzanan topraklara geçerler.
Bu dönemde, bir süre Bergama Krallığının eline geçen topraklar, ardından son Bergama Kralı 3.Attalos ölümüyle birlikte tamamen Roma İmparatorluğuna katılacak, Afyonkarahisar toprakları da böylece M.S. 395’ e kadar sürecek olan Roma hakimiyetine girecektir.
Roma hâkimiyeti sırasında, Anadolu’da birçok antik şehir kurulurken, Asya ve Anadolu eyaletine bağlı bir yerleşim yeri olarak Afyonkarahisar’ın Roma ve daha sonra Doğu Roma (Bizans) döneminde de anılacak olan adı, Akronium- Akroenos (Yüksek kale şehri) olacaktır.
Bu dönemin antik kalıntılarına merkezde olduğu kadar, güneyde Toroslara kadar olan yerleşimlerde bolca rastlanacak, tarihi kayıtlarda ise, bu isimle sık sık karşılaşılacaktır. Yine Romalılarin yayılma dönemindeki Anadolu’da yedi uyurlar efsanesiyle ilgili nakilde, bugünkü Gazlıgöl kaplıcasında bulunan hamamın planları’na rastlanırken, batılı kaynaklarda Roma İmparatoru Hadriyan’ın(117-138), kesin olmamakla birlikte bu kaplıcalar için, Pamphiaylia’dan Synnada’ya geldiği yönünde bir nakle de rastlanmıştır.
İmparator Constantinus’un Roma’yı gölgede bırakacak bir şehir düşüyle, Byzantion’u (İstanbul) M.S.330’larda merkez yapmasıyla, bağlı olduğu Roma imparatorluğu merkezi arasında çekişmeler başlayacak, Roma İmparatoru Teodosios’un ölümünden sonra ki (MS.395) gelişmeler, Romanın Doğu ve batı Roma olarak ikiye ayrılmasıyla sonuçlanacaktır.
Bu bölünmeden sonra, Batı Roma imparatorluğu Cermen kavimlerinden Vizigot’ların M.S.410’da başlayan istilalarına hedef olacak ve 5. yüzyıl sonunda ise tamamen yıkılacak, Roma imparatorluğuna ait olan, idari olarak zaten bölünmüş Anadolu’daki diğer topraklar gibi, Afyonkarahisar toprakları da, tamamen Doğu Roma (Bizans) hakimiyetine geçecektir. (5*)
Burada aydınlatılması gereken önemli bir husus, günümüz tarihi kayıtlarında, Bizans dönemi olarak adlandırılan bu dönemin, aslında tamamen Roma döneminin devamı olduğudur. Bizans kavramı, bu ülke tarihçilerinin de batı ne derse doğrudur ön yargısıyla, sorgulamadan kabullendiği, tamamen Avrupalı tarihçi ve yazarların bir icadı ve uydurmasıdır.
Çünkü; Gerçek kaynakların ifadesine göre, Doğu Roma İmparatorluğun yaşadığı dönemde, ne ülkenin başındaki hanedan yöneticileri ne de halk tarafından, bu devlet için hiçbir zaman Bizans adı kullanılmamıştır. Prof.Dr.İlber Ortaylı,’’Doğu Roma halkı da kendisini Romalı olarak adlandırırdı. Türkler ve Araplar ise Rum kelimesini kullanırlardı’’diyerek, Son İmparatorluk Osmanlı adlı kitabında, konuyu aydınlatır.(5a*)
Doğu Roma’dan ‘’Bizans’’ olarak bahsedilmeye başlanması ise, Alman tarihçi Hieronymus Wolf’un 1557 yılında’’Corpus Historia Byzantine’’ adlı eserinin yayınlanmasından sonradır. Eserde Erken Bizans devleti gelişmesi incelemesiyle İmparator Constantinius tarafından şehre verilen Byzantion ismi, yazar tarafından ustalıkla Bizans olarak farklı bir devletmiş gibi şekillendirilmiştir. Ardından Bizans adıyla, başka eserler yayınlanırken, Fransız Montesque gibi ünlü yazarların da, bu adı benimseyerek kullanmasıyla, Doğu Roma yerine tarih kitaplarına büyük bir başarıyla, Bizans tanımlaması sokulmuştur.
Batılı tarihçi ve edebiyatçıların, özellikle Doğu Roma’nın Latin olan son imparatoru 2.Bauodoin’den sonra yönetime gelen Palaeolog ailesinden itibaren, Doğu Roma’yı Bizans adıyla bir yunan devletiymiş gibi sunması karşısında, bu saptırmalar sorgusuz sualsiz kabul edilerek, bu ülkenin ders kitaplarında verilen bilgilere dahi bu şekliyle girmiştir.(6*)
Zamanla bu saptırma, Doğu Roma kültürünün üstüne oturan yunanlılar tarafından tarihi gerçeklerin tahrif edilmesinde maharetle kullanılmış ve tabi ki o dönemde Doğu Roma’ya ait olan topraklarda, Yunanlılar tarafından günümüze kadar gelen bir hak iddiası ortaya atılmasına sebep olmuştur.
Osmanlıdan daha uzun, 670 yıldan fazla süren, Doğu Roma (Bizans) döneminde de Afyonkarahisar, M.S. 1068’lere kadar önemli bir merkezdir. M.S. 5. Yüzyıldan itibaren bölge, Doğu Roma(Bizans)İmparatoruluğu ile, doğu Anadolu topraklarına hakim olan ve Anadolunun içlerine kadar gelen Sasani’lerlerin savaşlarına sahne olacaktır. Bu topraklardaki Doğu Roma (Bizans)ya dair çok sayıdaki kültürel kalıntılar, Abassam (Bayat ilçesi) Docimeum (İscehisar) ve Ayazin’deki oyma kilise ve manastırlarla,sair dinî yapılara ait eserler M.S 10.yüzyıla kadar tarihlenmektedir.
M.S 7 yüzyıla gelindiğinde ise, Doğu Roma(Bizans)’ın başkenti İstanbul’u (Konstantinopolis) almak için yola çıkan Araplar, 739 yılında Afyonkarahisar’a kadar geleceklerdir.
O dönemde Doğu Roma (Bizans)’ın elinde bulunan bu kaleyi almak için yapılan kuşatma sırasında, tarihi kayıtlarda sağlıklı bilgiye rastlanmamasına rağmen, efsanelerde meşhur kahramanlardan Battal Gazi’nin Bizanslılarla savaşırken kale kuşatmasında şehit olduğuna dair bilgilere ulaşılmaktadır. (7*)
M.S 9. yüzyıl başları ise Türklerin Anadolu’ya büyük kitleler halinde gelmeye başladığı dönemin başlangıcıdır. Bunun sonucu olarak, İmparator Romanos Diogenes, bütün kuvvetini doğuda Selçukluları Anadolu’dan atmak için toplamış, 1071 de Malazgit ovasındaki savaş sonucu Selçuklu Sultanı Alparslan’a yenilerek esir düşerken, Doğu Roma (Bizans)ın da Anadolu’daki hakimiyetine Türkler Tarafından son verilmiştir.
1071 Malazgirt zaferinden sonra Anadolu Türklere tamamen açılmış,1072 de Sultan Alp Arslan ölünce yerine oğlu Melikşah geçmiş ve onun beyleri Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Mengücek, Alpyoluk, Danişmend Gazi, Artuk, Afşin ve Sanduk beylerle, Anadolunun fethine başlamıştır. Kutalmışoğlu Süleyman Şah emrindeki Türkler, tüm Batı Anadolu’yla birlikte Afyonkarahisar bölgesini de fethetmişler ve Büyük Selçuklular dönemi başlamıştır.
Ancak,burada bir açıklama zarureti vardır. Malazgirt savaşı klişeleşmiş Tarih anlayışına göre,Türklerin Anadolu’ya girmesi olarak değerlendirilse de, incelediğimiz kaynaklarda o dönemden önce Anadolu’da inkar edilemeyecek bir Türk varlığının olduğu sabittir. Kaynaklar, 1044’deki Dandanakan ve 1071 deki Malazgirt savaşlarından yüzyıllar önce, bu topraklara gelen ve yerleşen, Oğuz boylarının varlığına açıkça işaret etmektedir.
Bu sebeple; Malazgit savaşı ile Türklerin Anadolu’ya girdiği iddiası, tarihi gerçekleri çarpıtan, en hafifinden eksik bir tanımlamadır. Bu savaşları, Anadolu’da zaten var olan Türklerin, orta Asya’dan gelen daha büyük kitlelerin de katılımıyla, verilen mücadeleler sonucu, kesin Türk egemenliğinin başladığı dönem olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.
Sonrasında, Papalığın gayretleriyle, Kutsal toprakları geri almak amacı yüklenen Haçlı seferleriyle, Avrupa devletlerinin orduları, bu topraklara hakim olmuşsa da, Afyonkarahisar kısa sürede yeniden Türk topraklarına katılmıştır.
Bölgenin Türkleşmesi amacıyla, 1147-1157 yılları arasında Selçuklu Sultanı 1.Kılıçarslan’ın yerine geçen oğlu, I. Mesud’un emri ile, Konya’daki toplanma bölgesinde bulunan Oğuz’ların hem Bozok hem de Üçok’lardan gelen boyları, ama ağırlıklı olarak Kara han, Gök han, Ak han, Kızıl han ve Sarı han (ilhanlı)boylarından ve onların oymaklarından oluşan Türkler bu topraklara yerleştirilmeye başlanmıştır.
Selçuklular döneminde sınır boylarına hep Oğuz-Türkmen toplulukları yerleştirilmesi devlet politikası olmuştur. Bunlar, hem yeni alınan toprakları yurt yaparak korumak, hem de savaşçı özellikleri nedeniyle, Doğu Roma(Bizans) topraklarına sefer yapmak amacı taşımaktadır.
Bu düşünceyle, Oğuz-Türkmen boyları sınır uçlarında iskan edilirken, genellikle tek bir boy ve oymakla sınırlandırılmamış olduğu görülmektedir.Bir kaç değişik boy’un, yada boylara mensup oymakların bir arada, aynı bölgeye yerleştirilmesi tercih edilmiştir.
Bu politika parelelinde, başta Prof.Dr.Faruk Sümer kaynaklarında gördüğümüz,Selçuklular tarafından Karahisar adı verilen kalenin eteklerine, ilk olarak kökleri Uygurlara kadar dayanan Türk boyu olan Karaşar’ların yanında, Süleyman Gönçer’in araştırmalarında da adı geçen 24 Oğuz boyundan neredeyse 21 boy ve onların oymaklarının yerleştirildiği tespit edilmiştir.(8*)
Bölgeye ilk yerleşen, Karaşar boyunun tarihi geçmişi ise, Türklerin anayurdu Orta Asya’yadaki Uygur Türklerine kadar uzanır. Adını, aynı adla anılan ve Uygurların (Dokuz Oğuz-On Oğur-Uygur) ilk yerleşim yeri olan Doğu Türkistan, (bugünkü Çin sınırları içinde bulunan Tanrı dağlarının doğu ucundaki) Beşbalık (Ordu balığ), Turfan, Kumul, Karabalgasun, Hoço ve Karahoço (Karaşar) bölgelerindeki yerleşik Oğuz boyundan alır.
Bu döneme ait kaynaklar, Doğu Türkistan’da Karaşar adlı yerleşim yerinden açıkça bahseder. Batılı tarihçi Prof. Dr. Lazslo Rosanyi Tarihte Türklük adlı eserinde, bu yerden Kara Şahr olarak bahsederken, Prof. Dr. Bahaddin Ögel ise, Uygurlarla ilgili olarak; ‘’Tugan Ovası, esas itibari ile Bogdo-Ola dağlarının Bulayık yamaçlarına yakın bir yerde bulunuyordu. Bu dağlar Tanrı dağlarının doğu ucuydu. Ovanın ortasını, doğu-batı istikametinde küçük ve aşınmış tepecikler kesmekte idi. Uygurlara ait eserler bilhassa bu bölgede bulunmakta, burası ilmi kitaplarda Kızıl adı ile adlandırılmakta idi. Bu tepecik silsilelerinin Karahoço (Karaşar) denen kısımlarının eteğinde iki şehir harabesi görülüyordu. Bunlardan ovanın içinde olanı, Karahoço şehri, tepeciklere yakın olanı ise meşhur Hoço şehri idi’’ demektedir.(9*)
Bu kaynaklardan da anlaşıldığına göre, 9.yüzyılda Yenisey bölgesinde güçlenen Türk boyu Kırgızların M.S 840 yılında Uygur topraklarına girerek başkenti alıp, hakanı öldürmeleri sonucu,bir dağılma yaşanmış, Uygurların bir kısmı güney batıya doğru göçerken, bir kısmı da daha doğuya ve horasana gitmiştir. Ardından Moğol ordusunun Horasan bölgesine de saldırmasıyla, burada yaşayan Türkmen boylarının bir bölümü Anadolu’ya göçerek, Konya bölgesine gelmişlerdir.
Karaşar boyu da, Horasan’dan o dönem Selçuklu devletinin hakim olduğu güvenlikli bir toplanma alanı olan Konya dolaylarına gelen boylardandır.
Selçuklu sultanı 1.Mesut tarafından ilk olarak, Konya’ya gelen Karaşar boyunun büyük bir kısmı Afyonkarahisar’a iskan edilmiş, daha sonra şehir çevresi ve ilçeleriyle köylerine yerleşimler artmıştır. Karaşar boyu, merkez yanında, İscehisar, Karacaören, Karayokuş, Karapınar, Karakuyu, Karataş, Karacacalar, ve Karasandıklı ile, bugünkü Şuhut ilçesindeki Karahalile yerleştirilmiş, bir kısmı da bölünerek, (yedi sekiz aile kadar olduğu nakledilir) kuzeye doğru gitmiş, bugünkü Beypazarı’nın çevresinde bulunan Şimşit Dere Kaynağı denen bölgeye yerleşmişlerdir.(10*)
Orta Asya’da yukarı Seyhun ve Ceyhun nehirleri havzasındaki Barçınlı ve Han Barçın denen bölgede yaşarken, Moğol istilasıyla yerlerinden edilen, Oğuz Türklerinin Kınık soyundan gelen, Bayat boyu ise,Bayat çayı etrafındaki, bugünkü Bayat ilçesine, Barçınlı ve merkez Bayatçık köyü ile bir kısmı da Şuhut ve Emirdağ bölgesine, yerleştirilmiştir.
Bu günde, bölgedeki yerleşimler Barçın (ipek böceğinden gelir) adıyla, Nevai Barçın (Kemerkaya), Barçın (bugünkü Bayat) ve Han-ı Barçın (Han) olarak anılırlar. Boy’un büyüklüğü, özellikleri ve önemi itibarıyla buraya yerleştirildiği düşünülmektedir.
Zira, bu bölge, hem eski çağların Kral yolu, hem de Bizans ve Osmanlı döneminde, İstanbul-Bağdat kervan yolu üzerinde önemli bir geçiş noktasıdır. Yine Kınık boyunun oymakları olan, Nısıf-Kınıklar Sandıklı, Kınık, ve Hula’ya yerleştirilmişlerdir.
Kayı boyundan gelenler ise, Kayıhan (şimdiki Kayıhan kasabası) ve Barçınlı’ya yerleştirilmiş, ancak birkaç yıl sonra, Selçuklu tarafından Barçınlı’daki Kayı boyu kuzeye nakledilmiştir.
Yazır ve Avşar boyuna ait oymaklar da, Sandıklı, Dinar, Dombay ova, Hula, Koyla-hisar, Bolvadin ve Çay değirmeni (bugünkü çay ilçesi) çevresine, yerleştirilmişlerdir.
Kızık boyundan gelenler Kızık, Kızıkların oymağı olan Yaka Kızık’lar Sandıklı’ya ve köylerine yerleştirilmişlerdir. (Sandıklının adı boy adı olmayıp, Melikşah’ın sandıklıyı alan Türk komutanı emir Sanduk’tan gelmektedir).
Karkın boyundan gelen Sivri Karkın oymağı Barçınlı, Yassı Karkın Bolvadin, Ulu-Karkın Şuhut’a, Bayındır boyu oymakları ise Sandıklı ve Barçınlı’ya, Döğer boyundan gelenler Döğer(bugünkü Döğer kasabası) ile Alanlı ve İhsaniye’ye, Todurga-Dodurga boyundan gelenler, Sandıklı, Dodurga ve ulusıçanlı’ya yerleştirilmişlerdir.
Kızılhan boyundan gelenler, yine bugünkü Dinar ve Sandıklı çevresinde, Kızıllı, Kızılören, Kızılca, Alcalı, Bulca, Kızık, Boyalı köylerine yerleşirken, Sarıhan boyu, Dinar ve Afyonun, Sarık, İlhan, İldere, Kırca, Bozhöyük, Sarıcapınar ve Bozluca köylerine yerleştirilmişlerdir.
Ak koyunlu,Kara koyunlu,Ak ve Kara Keçili ,Ala yuntlu boylarının bir kısmı, Çobanlar ilçesi ile, Koyunlu ve Akkoyunlu köyleriyle, Sandıklı Akkeçili köyü ile Koçhisar, Koçgazi ve Çepişli köylerine yerleştirilmiştir.
Gökhan soyuna mensup bazı oymaklar Gökçe ve Gökçeli (kırklar)köylerine, yine Gökhan soyundan gelen Bayındır boyu oymakları ise Sandıklı ve Barçınlı’ya, Bayındır ve Çavuldur boylarının ağaç ve bitki adını alan oymakları ise, Ekinhisar, Çıkrık, Kozluca, Bostanlı ile, Sincanlı Ayvalı’ya, Çepni boyundan gelen oymaklar Sandıklı ile, bugünkü Hocalar ilçesi ve köylerine yerleştirilmiştir.
Hazarın güneyinden (bugünkü Azerbaycan) Anadolu’ya gelen Sarıkeçili boyuna mensup Başmakçı oymağı bugünkü Başmakçı’ya yerleştirilirken, İğdir buyuna mensup olanlar Barçınlı ve Sandıklı’ya, Eymür boyundan gelenler ise,Sandıklı ve Karahisar Köyü’ne, Eski Eğmir boyundan gelenler bu günkü İhsaniye’ye yerleştirilmiştir.
Yüreğir boyundan gelenler, Yüreğir(Sandıklı)ile, şimdiki Dazkırı ilçesi ve bir kısmı da Emirdağ bölgelerine, Batı Türkistan’dan göçen, Karahan boyundan gelen boy ve oymaklar ise, İscehisar, Karacaören, Karadilli’ye, yine Orta Asya’nın güneyinden gelen Akhan boyuna ait oymaklar da, Akören, Gazlıgöl, Sincanlı, Akcin, Çölovası ile Sandıklı’da Akçaköy, Akyarma, Akpınar, Akharım, ve Emirdağın bazı köyleriyle, bugünkü Şuhut’a yerleştirilirken, sayamadığımız daha küçük boylar ile oymaklar da, çeşitli ilçe ve köylere yerleştirilmiştir.(11*)
Ulaşabildiğimiz kaynaklara göre, genel hatlarıyla verdiğimiz bu süreç, yeni gelen değişik Türk boyları bölgede iskan edilirken, yerleşim yerlerinin adları, genellikle mensup oldukları boy, oymak ve ongunların adı verilerek devam etmiş, yeni boyların yerleşimi Osmanlı döneminde de devam etmiştir.
Stratejik yolların kavşağında, çok sarp ve muhkem bir kalesi bulunması dolayısıyla, Selçuklular tarafından özellikle yerleşime açılan bu topraklar, Kale ile daha güneyindeki Hıdırlık tepesi arasındaki yerleşimler nedeniyle çok kısa sürede genişlemiştir. Kaynakların gösterdiğine göre, sürekli gelen Oğuz boylarının da, çevre ilçe ve köylere yerleştirilmesiyle,bu topraklar kısa sürede tamamen Türk toprağı haline gelmiş,Türkleşmesinden imarına kadar Afyonkarahisar her şeyiyle Selçuklu Türklerinin damgasını taşıyan bir şehir olmuştur.
Selçuklularda Sultan I. Alâaddin Keykubat’ın yönetime gelmesiyle, Afyonkarahisar’ın değerinin arttığı görülecektir. Sultan I.Alâaddin Keykubat, 1231 yılında veziri ve aynı zamanda mimarı da olan Bedrettin Gevhertaş’ı kale dizdarı olarak görevlendirerek Afyon’a göndermiş, şehir imar edilip onarılmıştır.
Gevhertaş, kalenin burç ve bedenlerini tahkim edip,onardıktan sonra, Karahisar kalesini yeniden düzenlettirerek, yukarı kalede küçük minareli mozaik çini mihraplı bir mescit ve onun doğu yanına da bir saray yaptırmıştır. Ayrıca Sultanın adı verilen (Alâaddin) Hisarardı Medresesi de bu dönemde yapılan eserlerdendir.
Bu imar hareketlerinin ardından, alınması güç ve savunma güvenliği yüksek olan kalesi nedeniyle Afyonkarahisar’da Selçuklu Devleti’nin hazineleri saklanmaya başlanacak ve Selçuklular döneminde, Afyonkarahisar’ın ismi devlet hazinesinin saklandığı hisar anlamında Karahisar-ı Devle, Hisar-ı Devlet (Devletin karahisarı), olacaktır. Daha sonra, Selçuklu Sultanı Sancar’ın 1157’de ölümüyle Büyük Selçuklu‘lar sona ermiş, yönetim Anadolu Selçukluları devletine geçmiştir.(12*)
Bu gelişmelerden faydalanarak, Anadolu topraklarını Türklerden kurtarmak isteyen 1. Manuel’in idaresinde, Konstantinopolis (İstanbul)’dan hareket eden Doğu Roma(Bizans) ordusuyla, Anadolu Selçukluları Sultanı 2.Kılıç Aslan arasında 1176 da yapılan Miyrakefalon (Myriokephalon) savaşı, bu toprakların Türkleşmesinin kesin miladı olacaktır.
Çünkü, Büyük Selçuklunun çöküşü ve Haçlı istilaları sebebi ile 1176’ya kadar Doğu Roma(Bizans)lılarda görülen üstünlük, bu savaşla tekrar Anadolu Selçuklu Türklerine geçmiştir.
Türk Tarihinde bu kadar önemli bir yere sahip olan Miyrakefalon Savaşı’nın nerede olduğuna dair tarihçiler arasında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Prof. Dr.İ.Hakkı Uzunçarşılı ve bazı kaynaklarca, Çivril – Gümüşsu yakınlarında olduğu tezi ileri sürülürken, Prof.Dr.Osman Turan ile, W.Ramsay gibi batılı kaynaklar önce, bugünkü Düzbel civarlarında olduğunu ileri sürmüş, daha sonra, onlarda Tomasehek’in iddialarına katılarak Eğirdir(hoyran) gölü ile Kumdanlı arasında olduğu fikrini desteklemişlerdir. Ancak, kanaatimizce bu tespitler pek yerinde değildir.
Çünkü; yapılan araştırmalarda bu iddiaları doğrulayan yeterli veri bulunmadığı gibi, tarihi ve coğrafi gerçekler de bununla örtüşmemektedir. Gerek Batı kaynakları, gerekse bizzat Prof. Ali Sevim ve Osman Turan’a ait kaynaklarda, 1.Manuel’in ordusunun, Eskihisar (Laodicea)’dan geçerek, Eğridir gölü ucundaki Sultan dağlarının sonundaki dağlık bölgeye girdiği ve Tribrize geçidindeki kale anlatıldığına göre, dağların sonundaki geçit ve geçidin açıldığı ovaya dair delillerin işaret ettiği yer tanımlamasına göre, savaşın gerçekleştiği bölge kuvvetle muhtemeldir ki, bu günkü Sandıklı ovasıdır.(12.a*)
1243’te Kösedağ’da Moğollar’la yapılan savaşta Anadolu Selçuklularının yenilmesinden sonra, devlet olma özelliğini kaybeden Selçuklu’nun toprakları beyliklere ayrılırken, Anadolu Selçukluları’nın ünlü veziri Sahip Ata Fahrettin Ali ve oğulları tarafından Afyonkarahisar ve çevresinde, 1275-1343 yılları arasında kurulan Anadolu beyliklerinden biri de, Sahipata Oğulları beyliği olacaktır.
Bu beyliğin kurucusu Sahip Ata Fahrettin Ali’ye izafeten, O zamana kadar Karahisar denilen şehre, Karahisar-ı sahip (devletin veziri-sahibin Karahisarı) denilmiştir. Moğolların Anadoludaki istilaları sürerken, emir Timurtaş, Selçuklu’nun merkezi Konya’yı işgal ettikten sonra Afyonkarahisar’ı da kuşatmış, fakat Sahib Ata Fahrettin bey şehri teslim etmemiş,emir Timurtaş başka bir bölgede çıkan sorundan dolayı kuşatmayı kaldırarak çekilmiştir.
Sahip Ata Fahrettin bey ölünce, oğulları Taceddin Hüseyinle, Nusretüddin Hasan kalmış, ancak her ikisi de, Gıyasettin Siyavuş’la yaptıkları Akşehir civarındaki savaşta hayatlarını kaybetmişlerdir.
Bu savaşlara rağmen, imar hareketleri devam etmiş, Sahipata Nusrediddün Hasan tarafından, şehrin en büyük ve ahşap mimarinin en güzel örneği olan Ulu Cami, 1272-1277 yılları arasında mimarı Emir Hacı Bey’e yaptırılmıştır. Kendi adı ile anılan mahallede, kârgir kalın duvarlar üzerine, toprak damlı (onarımlardan sonraki hali çatıdır) ve 40 ahşap direk üzerine oturtulmuş olması sebebiyle “Kırk Direkli Camii” olarak da anılan Ulu cami, Afyonkarahisar’ın en büyük camisi olma özelliğini halâ korumaktadır. Bir başka eser Kubbeli mescit ise, yine Sahip ata oğulları beyliğinin armağanı olarak, şehrin ilk kubbeli yapısıdır.(13*)
Akşehir savaşından sonra, Nusretüddin Hasan’ın oğlu Şemsettin Mehmet de 1287 yılında,Moğol emiri Bozkuş Bahadırla yaptığı savaşta hayatını kaybetmiş, yerine oğlu Nusretüddin Ahmet, geçmiştir. Afyonkarahisar uzun süre bu beyliğin başkenti olarak kalmış (1265-1333), 13. yüzyılın sonlarında ise, Nusretüddin Ahmet, ana tarafından akrabası ve aynı zamanda Germiyan beyi 1.yakup bey’in damadı da olduğundan, onun ölümüyle Afyonkarahisar toprakları tekrar Germiyanoğulları Beyliğinin egemenliğine girmiştir.
Yıldırım Beyazıt ‘la birlikte 1390 yılında(bazı kaynaklarda 1392) Osmanlı topraklarına katılan Afyonkarahisar, 1402’de Ankara savaşında Osmanlının Timur’a yenilmesinden sonra başlayan fetret devri denilen dönemde, Timur tarafından yeniden Germiyan Beyliğine verilir.
Fetret dönemi ardından, İki Türk beyliğinin gelişen dostane ilişkileri sonucu, Germiyanların kızı, Osmanlı sarayına gelin verilecek, Germiyanoğlu 2.Yakub Bey’in ölümü sonrasında, topraklarını vasiyet yolu ile Osmanlı sultanı 2. Murat ‘a bırakmış olmasıyla, 1428’de yeniden bu beyliğin tüm topraklarıyla birlikte, Afyonkarahisar’da ikinci defa Osmanlı devleti ‘ne katılacaktır.
O yıllara kadar adı, Karahisar-ı Sahip olan topraklar Afyonkarahisar olarak, bağlandığı sancaktan daha büyük olmasına rağmen, 1451’de Kütahya sancağına bağlanacak, İmparatorluğun Anadolu beylerbeyliğinin 14 sancağından biri olacaktır.
Osmanlı döneminde de, Selçuklu dönemindeki kadar olmasa da, imar faaliyetleri sürmüş, Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamlarından Gedik Ahmet Paşa, Karaman Seferi sırasında Afyonkarahisar’da uzunca bir süre konaklamış ve 1472-1477 yılları arasında yapımı tamamlanan Gedik Ahmet Paşa Külliyesi’ni (sübyan mektebi, medrese, hamam ve bugünkü imaret camii) yaptırmıştır. Sonraki dönemlerde ise, seyrekte olsa, imar faaliyetleri devam etmiş, başkaca çok sayıda mescit, cami, medrese yapılmıştır.
Bilinenin aksine, bugün Konya’da ünlenen Mevlevî’lik tarikatının yayıldığı Mevlevî Tekkesi’nin ’’Asitane’’denen merkezi Konya olmasına rağmen, gelişim merkezi Afyonkarahisar’dır. Bu tekkenin kurulması çalışmaları, bizzat Mevlâna’nın oğlu Veled çelebi tarafından 1277’de başlanmış, ilk Tekke binası ancak 1376’da yapılmış ve faaliyete geçmiştir.Fakat yapılan bu bina,1902’de çıkan büyük yangında tamamen yanmış, ancak dönemin padişahı 2. Abdülhamid Han tarafından 1905’te 3 yıl gibi çok kısa bir süre içinde yeniden yaptırılmıştır.(14*)
17. yüzyılda çıkan Celali isyanları (Bu isyanlardaki esas unsur,ordudan uzaklaştırılan Askerler olmuştur) döneminde, zaman zaman isyancı ve eşkiya saldırılarına uğrayan Afyonkarahisar toprakları, 2. Mahmut zamanına rastlayan 1833 yılında ise, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın birkaç ay süren işgalinde kalacaktır.
Tanzimat’ın ilanından sonra ise, Osmanlı’daki idari teşkilatlanma yeniden düzenlenerek Hüdavendigar Valiliği(Bursa’da) kurulunca, beş sancakla birlikte,1802’den itibaren eyalet merkezi olan Afyonkarahisar’da 1865’e kadar bu merkeze bağlanacaktır. 1865’ten itibaren 1871’e kadar, yine Bursa’ya bağlı mutasarrıflık olacak, bu tarihten sonra ise, bağımsız mutasarrıflık haline gelecektir.
Osmanlı’nın bu döneminde de yerleşimler sürekli devam etmiştir. Kayıtlarda,’’Yörük-Konar-göçer taifesi’’ olarak tarif edilen boyların iskanının, Osmanlı Devleti’nin kabul ettiği merkeziyetçi idare tarzına uygun şekilde ikamelerine dair yazışmalara, 18.yüzyıla ait Osmanlı Iskân Siyasetine ilişkin belgelerde rastlanmaktadır.
Daha sonraki yıllarda, bu yerleşimler arasında, yerleştirildikleri bölgelerde yerinden memnun olmayanlarla, boylar arasında çıkan ihtilaflardan kaynaklanan başka yere göçler ile, çeşitli nedenlerle devlet tarafından verilen cezalar sonucu, sürgün edilen boylar ve sair sebeplerle yer değiştirmeler de görülmüştür.
16.Yüzyıl kaynaklarında Bedreddin El Gazi ve Kutbettin El Mekki, gibi gezginlerin şehre uğradığına dair, kayıtlara rastlanmışsa da, ne şehrin yapısı, nede yerleşimine ait ciddi bilgi vermekten yoksundurlar. 17 yüz yıla dair nakillere ise, Katip çelebi(1609-1698) ve Evliya Çelebi (1611-1682)’de rastlıyoruz.
Katip çelebi genel bilgi vererek, “Karahisar-ı Devle’nin bir sancak(Serleşkerlik) olduğunu, 9 kasabasının ve 10 kadılığın olduğunu” naklederken, Evliya Çelebi ise, “Şehrin asil adı Karahisar’dır. Başka Karahisar’lardan ayırmak için Karahisar-ı Sahib demişlerdir. Zira Selçuklu vezirlerinden Sâhib Ata, burayı imar etmiştir, I.Murad devrinde Osmanlılara geçmiştir.” diyerek, yerleşimlerle ilgili bilgi kaynağı olmasa da, şehrin fiziki yapısını, kalesi başta olmak üzere, gezip gördüğü belli başlı tarihi yerleriyle, ilçeler ile mahalleri ve nüfus yapısıyla ilgili tarihi özellikleri bir hikaye üslubunda nakleder.(15*)
Ancak, Osmanlı dönemiyle birlikte bazı yerleşim yerlerinin isimlerinin değişmiş olduğunu görüyoruz. Karahisar-ı Sahip sancağına ait, ilki 16.yüzyıla ait olan, devletin vergi kayıtlarının tutulduğu tahrir defterleriyle, Vakıf kayıtlarına ait Tahrir defterlerinde ve Mühimme kayıtlarında (Divanda alınan Siyasi, Askeri, toplumsal ve iktisadi kararlar ve emirlere dair, kayıtların tutulduğu defterler) cemaat yada şeyh ve hoca adları verilen yerleşimlerin önceki isimlerine ilişkin bir kayda ulaşılamadığı için, çoğu yerleşimle ilgili araştırmalar sonuçsuz kalmıştır.
Buna rağmen, yerleşimlerin o günkü durumu ve nüfus hareketlerini 2.Mahmut’la birlikte1847’den itibaren tutulmaya başlayan ve 1922’ye kadar düzenli olarak yayınlanan, vilayetlerin idari yapısı, bazı önemli tarihi olayları, ilmi, siyasi ve kültürel değişimleri,nüfusu ve devleti yöneten kadrolara atanan memurlarla, yerel yöneticileri anlatan yıllıklar(Vilayet Salnameleri)inde izlemek mümkündür.
Bu yıllıklardan ulaşılabildiğimiz ve Osmanlı’nın son dönemine dair ortaya çıkan bilgilere göre, 93 harbinden (1877-78 Osmanlı, Rus harbi) başlayarak, 1.Dünya savaşı sonunda Balkan’lardan ve Kafkasya’dan gelen göçlerle Afyonkarahisar’da nüfusun hızla yoğunlaştığı görülür.
19.yüzyıldaki bu göç dalgasıyla gelen Türklerin yerleşimi için yeni mahalle ve köyler kurulmuş, Girit’ten gelenlerin merkez Hamidiye mahallesine, Kafkasya’dan gelenlerin ise Değirmendere gibi köylere yerleştirilmesiyle, göçenlerin şehir merkezinde kurulan mahalleler ve çevre köylerde iskan edilmeleri sağlanmıştır.(16*)
1.Dünya savaşı sonrası Osmanlı’nın savaşı kaybetmesi’nin sonuçları ağır olmuş, yeni bir göç dalgasının dışında, diğer Türk toprakları gibi Afyonkarahisar da, Mondros Mütarekesinin yürürlüğe girdiği 31.Ekim1918 den itibaren, kurtuluş savaşı sonuna kadar, düşmanların Anadolu’ya yönelik bir işgal dönemini yaşamıştır.
Mondros’ la birlikte, karanlıkta kalan, pek dile getirilmeyen işgal dönemi ise, aslında Fransızlarla başlayacaktır. Mondros Barış Antlaşması’ndan yapılmasından kısa bir süre sonra, 16 Nisan 1919’da Fransızlar Afyonkarahisar’a girerek ve şehir istasyonuna yerleşmiştir.
Bu işgalden yaklaşık bir ay sonra da 21 Mayıs 1919’da bir İtalyan birliği de Afyonkarahisar’a girecektir. İşgalcilerin kendi aralarındaki ilişkiler sonucu, bu birlikler yerlerini 17 Mart 1920’de Yunanlılara bırakırken ve ilk yunan işgali başlayacak, sonrasında Yunanlılar 7 Nisan 1921’de geri çekilip, 13 Temmuz 1921’de yeniden girdikleri kentte, bir yıldan fazla bir süreyle 27 Ağustos 1922 ye kadar işgalci olarak kalacaklardır.(17*)
Kurtuluş savaşıyla, bu İşgale karşı başlatılan mücadele sırasında, batı Anadolu’da yapılan son kongre olarak 2.ağustos.1920’de Afyonkarahisar kongresi toplanacaktır. Kongreye Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte, Uşak, Konya ve Nazilli Müdafaa-i Hukuk cemiyeti üyeleri katılarak, daha önceki kongrelerde dile getirilen otonomi tezi reddedilecektir. Sivil direnişin önemli dönüm noktalarından biri olan Afyonkarahisar kongresi’nde, doğu’da yapılan kongrelerle batı’da yapılan kongrelerin birleşmesi sağlanmış ve bu kongrede alınan kararlarla, Müdafaa-i hukuk ve Redd-i ilhak cepheleriyle, Kuvva-yı Milliye’nin yönetim ve denetimi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geçmiştir.
Daha sonra, Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat plânlayıp yönettiği, 26 Ağustos 1922’de Büyük Taaruzun başladığı, Kocatepe Savaşı olarak bilinen, Başkomutanlık Meydan Savaşı Afyonkarahisar topraklarında gerçekleşirken, büyük taarruzun ikinci günü 27 Ağustos 1922’de akşam saatlerinde, Afyonkarahisar düşman işgalinden kurtulmuştur. Atatürk 28 Ağustos 1922 günü Afyonkarahisar’daki karargâhına gelirken, şehir kurtuluş savaşının Başkomutanlık merkez karargâhı olmuş, Atatürk büyük zafere kadar, tüm çalışmalarını buradan idare etmiştir. Kocatepe’den başlayan Büyük Taaruz 9 .Eylül.1922’de İzmir’de sona erip, yunan ordusu bu topraklarda yok edilirken, Kurtuluş savaşıyla verilen büyük mücadele sonrasında, Afyonkarahisar’ın Cumhuriyet dönemi de başlayacaktır.
Cumhuriyet dönemine tüm ülke gibi, yunan orduları tarafından çekilirken bile yakılıp yıkılarak harabeye çevrilen Afyonkarahisar, gerek kurtuluş savaşı öncesi, gerek kurtuluş savaşındaki yeri, önemi ve mücadelesiyle, Atatürk’ün büyük eseri Nutuk’ta yer bulacak, Afyonkarahisar olarak adı, Anadolu Türklüğü tarihine altın harflerle yazılarak, bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından onurlandırılacaktır.(18*)
Ne yazık ki; Bu topraklar, Selçuklu’lardan itibaren Cumhuriyet’in ilk yılları da dahil olmak üzere, yüzyıllarca Afyonkarahisar adıyla yaşamaya devam ederken, nedeni kaynaklarda tespit edilemeyen bir kültür erozyonu ile karşı karşıya kalmıştır. Yaklaşık 50’li yılların sonundan itibaren Afyonkarahisar adı, anlaşılmaz bir şekilde, belki uzunluğu nedeniyle, aklı evvel, tarih ve kültür yoksunu beyinlerce, sinsice kemirilerek, güya kısaltılmış ve Karahisar kısmı, içinde yaşayan topluma adeta unutturulmuştur.
Bununla kalınmamış, bu erozyon devlet teşkilatlanmasında da etkisini göstermiş, herhangi bir kaynakta kayıt, kanun yada resmi bir karar olmamasına rağmen, tespitlere göre 1957-58 yıllarından sonra, değişik tarihlerde şehre ait yeni ilçe kurulması kararlarıyla başlayan ve sair ilgili konularda çıkartılan, çeşitli yasalarda da, sadece “Afyon” kısmı yazılarak,’’Karahisar’’ bölümü kanun koyucu tarafından da zımni olarak kaldırılmış ve bu toprakların adı sadece Afyon biçiminde kullanılmaya başlanmıştır.
Asıl unutulan gerçek ise, yurt denen toprakların üstünde yaşayan toplumla birlikte, tarihsel ve kültürel bir süreci yaşadıklarıdır. Geçmişi olmayan bir toplumun geleceğini şekillendirmesi mümkün değildir.
Bu tarihi ve kültürel sürecin farkında olan toplumlar, ister ülke, ister şehir olsun, kendi adları üzerine bulabildikleri münhasır olaylardan tarih yaratmaya çalışırken, baştan sona Türk tarihi demek olan Karahisar’ın, bu toprakların adından bilgisizlikle, cehaletle, vurdum duymazlıkla, aymazlıkla kaldırılmış olmasına göz yumulması, kendi kimliğinden habersiz topluma, adeta bir tarihin üstünün örtülerek, nasıl silinebileceği gerçeğini de yaşatmıştır.
Şehir, uzun yıllar sessizce geçmişi unutturularak sadece Afyon olarak anılmışsa da, bu kültür erozyonun farkında olan, okuduğunuz satırların yazarının da içinde bulunduğu, bu topraklardan yetişen birkaç aydın tarafından, 22.10.2002 tarihinde Afyonkarahisar’ın yerel gazetelerinde topluma yönelik ilanlarla, toplantı ve bildirilerle kültürüne sahip çıkma adına bir kampanya başlatılmıştır.(19*)
Bu kampanya; ’’şimdi isim peşine düşmenin sırası mı? memlekete iş, ekmek, fabrika lazım…’’ gibi, kimlik kaybının ne demek olduğundan bile habersiz, kültürel değerlerle ekonomik talepleri ayırmaktan yoksun hamasi söylemlerle, aynı düşüncenin uzantılarının karşı çıkmasına rağmen, sonuca ulaşmıştır.