Yavuz Sultan Selim, bir gün Sadrazam Piri Mehmet Paşa‘yı huzuruna çağırdı. O‘na:
“- Lalam! Allah‘ın izni ve yardımı ile Mısır ve Arabistan‘ı ülkemiz sınırlarına dâhil ettik. Böylece Hadimü‘l-Haremeyn (Mekke ve Medine‘nin hizmetkârı) unvanını elde ettik. Hazinemizi de altın ile doldurduk. Bundan sonra Devlet-i Aliyye‘nin yıkılması söz konusu olur mu?” dedi.
Piri Mehmet Paşa Devlet Başkanı‘na şu cevabı verdi:
– Sultanım! Bu dediğin hâlde iken, elbette devlet için yıkılma söz konusu olmaz. Ancak zamanla üç şey devlete ârız olursa, o zaman yıkılma mukadder olur.
İzin verirseniz bu üç hususu zât-ı âlinize arzedeyim:
1- Sadrazamlık (Başbakanlık) her ne sebeple olursa ulsun devlet idaresinde ilim ve maharetli olan ehil kimselere verilmez, câhil, ahmak, dalkavuk, ebleh, emânete ehil ucube kimselere teslim edilirse…
2- Rüşvet kapısı açılır, her tür melanet akçe ile meşru hâle getirilir, idari makamlar ehliyetsiz ellere teslim edilir; bunlar da devleti yandaşlarıyla paylaşır, hortumlama alır başını gider önlenemez bir hâl alırsa…
Rüşvet “muamele vergisi” kabul edilir hâle gelirse ve bu derece yaygınlaşırsa…
Haksız kuvvetli haklı, haklı zayıf haksız muamelesi görür hâle gelinirse…
Makamlar yandaşların çiftliği hâline dönüştürülürse..
3- Devlet idaresinin yürütülmesinde önem arzeden makamlara oturtulanlar, hanımlarının istek ve kaprisleri istikâmetinde hareket eder, icraat yapar hâle gelirlerse…
Sultanım, işte o zaman devletin yıkılması kaçınılmaz olur.